Bir iktidarın, bir hükümetin veya herhangi bir yönetim organının sürdürülebilirliğini sağlayan en temel unsurlardan bir tanesi ekonomi kurumlarıdır. Bu nedenle yönetilecek alanın büyüklüğü küçüklüğü fark etmeksizin "yönetim erk'i" ilk olarak ekonomiyi ellerinde tutma girişiminde bulunurlar. Çünkü kapitalin akış güzergahını elinde bulundurmak, aynı zamanda kitleleri yönetme ve yönlendirme noktasında çok güçlü bir avantaj sağlamaktadır. Bu nedenle tüm siyasal iktidarlar ekonomi kurumlarını ellerine almak isterler. Ekonomi son tahlilde siyasal iktidarı besler ve siyaset de ekonomiyi biçimlendirir. Bu nedenle siyaset-ekonomi ilişkisini doğru değerlendirmek bizi objektif sonuçlara daha rahat ulaştıracaktır.

Türkiye'de tüm kurumlarda olduğu gibi ekonomi kurumlar özerkliğini ve tarafsızlığını yitirmiştir. Ordunun Tayyip Erdoğan komutasında nasıl bir ucubeye dönüştüğünü görüyoruz. Polis teşkilatının AKP yönetiminde özel ve tümüyle taraflı bir suç teşkilatına dönüştüğü de kamuoyunun malumu... Tarafsızlığını bozmaması ile övünülen "yargı"nın iktidar elinde nasıl bir kuklaya dönüştüğünü de sanırım hepimiz görüyoruz. Bu örnekleri istediğimiz kadar sıralayabilecekken "ekonomi" ve "sermaye"yi temsil eden kurumların bağımsızlığını tartışmak elbette havanda su dövmeye benzer bir durumu ortaya çıkaracaktır. iktidarın özellikle kendi içindeki diğer klik ve anlayışları ayıkladıktan sonra uçları daha da keskinleştirdiğini söyleyebiliriz. Zira ortaya konan anlayış "ya bendensin, ya da düşmansın" olunca kurumlar mutlak taraf seçmek zorunda kalmışlardır. Bu kurumlardan bir tanesi son günlerde "Bayrağını al da gel" mitinglerine öncülük eden TOBB'dur. TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu'nun hangi tarafı seçtiği ile ilgili hızına ulaşmak neredeyse imkansız... Hisarcıklıoğlu'nun AKP iktidarından önce Atatürkçü hatta Ulusalcı bir çizgide olduğu biliniyor. AKP'nin Gülen Cemaatiyle ortaklığı devam ederken ve cemaatin önemli bir ağırlığı söz konusuyken, iktidar kanadında Cemaate daha yakın olduğu ve Erdoğan ekibinin kılıç kuşanıp cemaatin kellesini uçururken tümüyle Erdoğan kanadına geçmesi de tanıklığını yaptığımız somut bir gerçek...

Bizim asıl mevzuumuz Rifat Hisarcıklıoğlu'nun durmadan saf değiştirmesi değil elbette. Zaten bizden öncekiler yüzyıllarca geçerliliği sürecek çok önemli bir tahlil yaparak noktayı koymuşlardır. Üstelik ansiklopedilerce anlatılabilecek bir analizi tek bir cümleye sıkıştırarak: "Sermayenin dini, imanı, vatanı yoktur!" Lakin son mitinglerle birlikte üstelik "bayrağını al da gel" kampanyasıyla sadece AKP'nin bayraktarlığını yapması değil, toplumsal kutuplaşmayı da derinleştiren bir misyon üstlenmiş olması, TOBB adına tehlikeli bir yaklaşımdır. Zira bu tür durumlarda askeri kurumların veya onlara endirek bağlı çetelerin çelişkileri derinleştirmesi beklenirken, toplumun "refahını" amaçlayan bir kurumun böylesi bir göreve soyunmasının vebali büyük olacaktır. Son tahlilde de TOBB'un öncülüğünü yaptığı bu mitingler tümüyle AKP'nin seçim mitinglerine dönüşmüş, AKP seçmeni ile toplumun diğer unsurları arasındaki mesafeyi arttırmıştır. Nitekim Tayyip Erdoğan'ın bu mitinglerin birinde sarf ettiği "550 yerli ve milli vekil" çağrısı tam da bu mitinglerin ruhuna denk düşüyor.

Bu mitingler, TOBB'un AKP adına yapmış olduğu ilk seçim çalışması değil elbette... 7 Haziran seçimleri öncesi Hisarcıklıoğlu, tüm zevatını yanına alarak AKP adayı olan bakanlarla birlikte hem Türkiye hem de Kürdistan'a sefer yaptığı biliniyor. AKP'li bakanlarla aslında içi boş "ekonomik paketler" açmak için Diyarbakır'a gelecekleri sırada DTSO'dan bazı Meclis Üyeleri ve benim Genel Sekreteri olduğum İl Genç Girişimciler Kurulu bir deklarasyon yayınlayarak, bu çalışmanın AKP'nin seçim çalışması olduğunu bunun da TOBB'un tarafsızlığına gölge düşürdüğüne dair görüşlerimizi kamuoyu ile paylaştık. Ancak Diyarbakır'daki tüm iş camiasının bu yönlü net bir tutum aldığını söyleyemeyiz. Bunun irdelenecek birden çok nedeni vardır. Ama bunun en önemlisi kişisel beklentilerdir şüphesiz. Kurumsal veya toplumsal bir beklentinin siyasal konjonktür ve istikrara bağlı olduğu herkesçe bilince çıkarılmış olup, artık aslolan sadece kişisel çıkarlar uğruna ilişkiyi zedelemek istememedir. Yakın tarihimizde çok bariz örneklerle ortaya çıktığı gibi TOBB iktidar partisinde bir koltuğa sahip olmak için bir sıçrama tahtasına dönüşmüştür. Bu sıçrama tahtasında gelecekte yer bulma umuduyla ilişkilerin bozulmasını istemeyip objektif tavır koyamayanlar bu halkın refahı ve bu coğrafyanın zenginliğine karşı büyük suç işliyorlar.

Hafızaları biraz zorlayalım. Kutbettin Arzu, Galip Ensarioğlu'nun geldiği nokta ortada. Şimdi de Hisarcıklıoğlu ile arasından "su sızmayan" Ebubekir Bal AKP'nin adayı... Tümünün iktidar partisini seçmesi bir tesadüf olabilir mi? İktidar partisindeki nüfuzlarıyla bölge ve ekonomisine kattıklarıyla, kişisel edinimlerini kıyaslarsak sanırım objektif bir sonuca ulaşmış olacağız.