Kendimi hep terbiye etmeye çalışmışımdır, “büyük lafların büyüsüne kapılma” diye. Çünkü bu laflar kilitler insanı. Sanki güdümlü füzesin de hedefe kilitleniyorsun. Dur bakalım ya. Belki hedef yanlış… Diyelim fark ettin, nasıl döneceksin? “Yalancı çoban” olmaya razı mısın?

Ama Erdoğan ve ekibinin yalancılıkla ilgili problemi yok anlaşılan. Muğlalıların söylediği gibi, “savurup duru!”

Öyle komşuların var ki, birisi halkını gazlayarak, bombalayarak, her ne halt ederek öldürüyorsa, bir diğeri göz göre göre atom bombası imalatına hız vermişse mesela, “sıfır problem”, öyle mi? “Bunlar bilim kurgu, olur mu hiç öyle şeyler” diyerek rahatlamak da mümkün tabii. Biz de “mesela dedik” zaten…

Sen önce başını dik tut. “Sen” derken, senin pasaportunu taşıyan insanların “mesela”, başının dik durmasını sağla. “Bi Dakka! One minute! Biz Türküz, bizim başımız her daim diktir zati” diye kabarma hemen.

Her 1915 Ermeni katliamı yıldönümünde, hangi parlamento, “inşallah” soykırım yasa tasarısını kabul etmesin diye telaşlanarak aşağılan… Dünyanın dörtbir yanında ve tüm uluslararası kuruluşlar nezdinde Kıbrıs Cumhuriyeti’nin işgalcisi olarak damgalı eşek gibi dolan… Yetmez, Kürt isyancılarını öldüreceğim diye kendi topraklarını bombala, “siyaset yapacağım” diyen Kürdü tık içeri ve “komşun” Kürt Bölgesel Yönetimi’yle “iyi ilişkiler” kur, yalnızca “ticari” olsun ha…

Ey Türk! Komşularıyla sıfır problemli Türk! Sen bu şahane profile razıysan, ben ne diyebilirim ki sana? Helalleşemeyiz ama bak! Haymatlos etme beni! Başım dik dolaşmak istiyorum dünyayı.

Özür dilersen, atalarının 1915 yılında yaptığı katliam ve bu cumhuriyetin harcına karışan Ermeni kanı nedeniyle, herhalde ırkçı diasporaların değil, senin başın yücelir. Ha o zaman bak, komşularından en azından biriyle problemsiz ilişki kurabilmek için insiyatifi ele geçirdin demektir. Dünya milletlerinin parlamentolarıyla da dost olabilirsin artık.

Kıbrıs’ın işgalcisi konumunu sona erdir. Erdir ki, mafya ve derin devlet çetelerinin, kumarhane ve kaçak işlerin uçak gemisi olmaktan kurtulsun orası, Rum ve Türk kendi başlarının çaresine baksınlar. Senin pasaportun da daha bir parlasın, fena mı?

Ey TC! Tabii ki en başta binlerce yıldır bu topraklarda yaşayan Kürt halkıyla barışmak en öncelikli işin olmalı. Komşun Kürdistan Bölgesel Yönetimi vatandaşları kendi memleketlerinde nasıl egemenliğin kaynağında yer alıyorlarsa, Türkiye’nin Kürtleri de TC’de statü sahibi olacaklar, “kayıtsız şartsız” denilen o egemenliğin ana unsurlarından biri olacaklar. (Kaldı ki, laf aramızda, öyle kayıtsız şartsız egemenlik diye bir şey de yoktur.) Hayır, bunu sırf arıza çıkarmak, işi yokuşa sürmek için söylemiyorum. Egemenlik söz konusuysa, azınlık(lar) en az çoğunluk kadar söz sahibi olmalıdır da, onu hatırlatmak istedim.

Şimdi gittin Suriye diktatörlerine akıl vermeye soyundun. Başbakanın sabrı taşmış (breh, breh), bakanın da zahmet etmiş 6,5 saat konuşmuş. İşte “halkına karşı silah kullanma, orduyu, silahlı güçlerini geri çek, demokratik reformları yap” falan diye. Aferin, iyi, güzel de, kim inanır senin samimiyetine, ey “sıfır sorun TC”?

Gel daha fazla rezillik olmasın, kimse ölmesin kalmasın, şu işleri bir müzakere edelim, diyalog kuralım, uzlaşalım. Kürt siyasetçilerini her görüldükleri yerde içeri tıkmaya çalışmaktan vazgeçin, vazgeçin ki karşınızda konuşacak birileri bulunabilsin. Buradan bağırdığınızda, taaa dağdan duymazlar yoksa…

Sen kendi şövenizmini sıfırla, bak nasıl güzel olacak!

(“Hükümete açık mektup” yazan Oya Baydar’a içten sevgi ve saygılarla)