Çünkü durum artık farklı. Üç sene öncesine dönemeyiz şimdi.

“Ama onlar başlattı”, “ama onlar kabahatli” lakırdıları boş laflar haline geldi.

İki sene süren çatışmasızlık sürecini kim nasıl bitirdi, masayı kim devirdi, nereden nereye geldik, tam doğrusunu öğrenmek için bir kaynak var şimdi: İmralı notları, “Demokratik Kurtuluş ve Özgür Yaşamı İnşa” adıyla, Almanya’da Mezopotamya Yayınevi tarafından yayınlandı. Abdullah Öcalan daha 2013’de, İmralı görüşmeleri yeni başlamışken, devlet bu sürecin selameti için üzerine düşenleri yapmazsa, işlerin daha kötüye varacağını öngörmüş, bir bakıma bugün yaşananları tarif etmiş.

ÖCALAN’IN DÜNDEN BUGÜNE ÖNGÖRÜLERİ

“…Ne PKK’nin ne de AKP’nin sandığı gibi bir çekilme olur. Yalçın Akdoğan ‘milat’ diyor. Bu kendini kandırmadır. Felakete neden olur. … Komisyonlar kurulacak. Hakikat Komisyonu da kurulacak. Akil insanların denetiminde olacak. Çekilme o zaman olacak. Köylere geri dönüş olacak. Bunları yapmazlarsa geri dönüş olmaz. … Başarılı olursam, ne KCK tutuklusu kalır ne başka tutuklu. Bu olmazsa elli bin kişiyle halk savaşı olacak. Ölen ölecek, ben karışmıyorum.” (23 Şubat 2013)

“… Silahlar susacak, demokratik siyaset konuşacak, icra edilecek. Bunu Başbakan söyledi. Geri dönemez, cayamaz. Söz verdi, cayarsa isyan çıkacak, kıyamet kopacak.” (Nisan-Mayıs 2013)

“… AKP ciddiyse alt birim oluşturacak, sizinle iletişimde olacak. Bunu yapmazsa demek ki oyun peşindedir. Artık heyetlere de bu tarzda yaklaşım, Sırrı’yı men etme, “Ahmet’i kestim” meselesi bitti. Makul heyet neyse siz belirlersiniz, Adalet Bakanlığı sadece formaliteleri yerine getirir. Sayın Başbakan bilmeli ki, böyle yaparsa bitti. … Laubali yaklaşıyorlar, olmaz.” (Bu noktada ‘devlet yetkilisi’ lafa giriyor ve “laubalilik denirse sayın vekillere haksızlık olur. Onlar böyle bir şeyi kendilerine asla yaptırmazlar” diyor. ‘Yetkili’ her görüşmede böyle birkaç kez konuşmalara karışıyor, çoğunlukla hükümetin ne yapıp ne yapmadığı tartışmalarında olmak üzere – 7 Haziran 2013).

“… Anlamlı barış yasal ve anayasal değişimle olur. Ama basit bir seçim barajına, eğitim meselesine bile kapı aralanmıyorsa tasfiye peşindedir. Karakollar, HES’ler, korucular gibi basit şeylerin peşindeysen niyetin karanlıktır…” (17 Ağustos 2013)

“… Güvenlik yasası çıkarsa en çok onlara zarar verir. AKP otoriterleşmek isterse kendini bitirir. AKP hakiki olmazsa bu sefer gerilla hakiki savaşı başlatır. Anlaşma yok, çözüm yok, barış yok, faşizmi dayatırsa savaş başlar….” (27 Şubat 2015)

SÜREÇ SAVAŞA EVRİLİNCE

480 sayfalık, bir nevi tutanak kitabını bu kadarcık notlarla özetlemeye kalkacak değilim kuşkusuz. (Demokratik Kurtuluş ve Özgür Yaşamı İnşa – İmralı Notları – Abdullah Öcalan, Mezopotamien Verlag, www.pirtuk.eu , [email protected] / [email protected] )

İmralı görüşmelerinde kim ne demiş, kimin ağzından ne çıkmış, hepsi kelime kelime var bu kitapta. Yalnızca Öcalan’ın ve İmralı heyetinde yer alan HDP-DTK’lıların dedikleri değil, Kamu Güvenliği Müsteşarlığı’nın (KGM diye geçiyor) ve “devlet yetkilisinin” (MİT oluyor herhalde) ağzından çıkan her şey… İki sene süren İmralı görüşmelerinin “tape”si yani. Burada görüyorsunuz, “Dolmabahçe Mutabakatı” Devlet-Kandil- İmralı arasında nasıl mekik dokunarak satır satır hazırlanmış.

Bu nedenle, süreç böylesine açıklığa kavuşmuşken, “kim haklıydı, kim haksız”, “kim kimi aldattı”, geçelim bu tartışmaları, bu konuda ne kadar pespaye kara propaganda yapılsa da hepsi ortada. Şimdi iki seneyi aşan süreç boyunca gerekenler yapılmadığı, hatta tam tersine hazırlıklar yapıldığı için savaş başladı.

Bugünlerde bir de “rapor” çıktı ortaya. TBMM’ye verilen soru önergeleri, onbinlerce asker, polis, özel harekatçı, tank top helikopter, vs., ile şehir ablukaları, imha planları içeren “gizli” raporu sorguluyor. 30 Ekim 2014’te, tarihin en uzun MGK’sında, bu rapor görüşülüp strateji mi belirlendi? O da bir gün çıkar ortaya. Böyle bir rapor olsa da olmasa da, bugün yaşadığımız savaşın stratejisinin, o Ekim MGK’sında kabul edilmiş olması, uygulama planının da seçim sonuçlarına bağlı olarak başlatılması çok mümkün görünüyor. Yoksa bu kadar büyük bir savaş gücü ha deyince harekete geçemez, bu kadar pervasız ve hukuksuz uygulama başka türlü göze alınamazdı.

SÖZ GEÇMİYOR

Ve yine tarifsiz acılar içinde insanlar, ölümler, yine dipsiz bir kabus… Bir yandan da savaşan taraflara çağrılar yapılıyor, şiddete son verilsin, en temel insan hakkı, yaşam hakkı ihlal edilmesin diye. Bunların devlet katında karşılığı yok. Orada bir plan, program var. Evet uğursuz bir plan, ama bir daha, bir daha, olamazlığı kanıtlanana dek, gittiği yere kadar gitmek üzere kurgulanmış. Savaş adeta sorumsuz bir tek adam yönetimine ulaşmak için araçsallaştırıldı.

İktidarın bu savaşı savunan dili ise, bir zamanın Amerikalı araba satıcılarının yöntemiyle aynı: “Kendi kusurlarını, zayıf yanlarını cilala, senin markan için söylenebilecek tüm kötü değerlendirmeleri rakip marka üzerine at”. Savaş dilinde bu dil, “biz tek bir sivil bile öldürmedik”, “teröristlerin yakıp yıktıklarının parası ne ise, onu da biz vereceğiz” gibi zırvalarla tezahür ediyor.

Buraya insanlıktan dem vuran söz geçmez, geçmiyor. Öte yandan tabii soruluyor, “peki PKK neden savaşı kabul etti”, “neden silahlı direniş – neden şehirlere taşındı”, “HDP, Kürt demokratik siyaseti, neden silahlı direnişin yanında duruyor?”

Kürt siyaseti ve direniş özneleri de başka taraftan soruyor: “Görmüyorlar mı yapılanları, neden bizi yalnız bırakıyorlar”, “Batı’dan neden etkili sesler çıkmıyor, direniş neden yaygınlaşmıyor, hani ‘Gezi’ vardı?”

Dağın farklı yamaçlarından birbirini görmeden konuşan insanlar gibi. Ses gitmiyor, gördükleri, görmedikleri de farklı…

ARTIK STATÜ

Yaşamsal bir ihtiyacın gereklerini zamanında yerine getirmezseniz, sündürürseniz, oyalar, süreçleri tersine çevirirseniz, bir süre sonra ihtiyacın niteliği değişebilir, gerekliklerin kapsamıyla birlikte. Başından beri üzerinde mutabakat varmış gibi yapılan, ancak karşılanmayan en temel talepler köpürmüş, başkalaşmış, keskinleşmiş olabilir. Kalıcı barış ve ‘çözüm’ bağlamında da böyle oldu.

‘Yerinden yönetim-ademi merkeziyetçilik’, ‘öz yönetim’, ‘özerklik-demokratik özerklik’,’ demokratik konfederalizm’, ‘bağımsızlık’… ‘Kürt meselesi’nin çözümü çevresinde dile getirilen, talep edilen siyasi kavramlar. Bazıları kendi arasında geçişken de olsa, bazıları tamamen farklı ve şimdiye kadar bunları savunanlar da farklıydı. Ama bu siyasi kavram katmanlarının hepsinin ortak ana direği, meselenin çözümü açısından ‘statü’ ihtiyacıydı. Çözümü ‘demokratik cumhuriyet-ortak vatan’ içinde gören siyasetle, federal yapı, ya da bağımsız Kürt devleti talep eden siyasetlerin ‘statü’ tarifi kuşkusuz birbirinden farklıydı. Bugün düne göre değişen ise, Kürt siyasetinin her kesiminde statü talebinin iyice berrak ve keskinleşmiş olarak ortaya çıkmasıdır. Yaşanan süreç, ‘ortak vatan’ konseptini yaralamış, fakat yine de tamamen berhava edememiştir. ‘Demokratik cumhuriyet-ortak vatan’ şiarı henüz, hala, Kürt siyasetinin çoğunluk, ana damarıdır. Belki barış için en büyük umut da buradadır.

Türkiye’nin geniş demokrat çevreleri bu ‘statü’ meselesini tam göremediler, tartışmadılar, bir bölümü zaten hiç anlamadı. Olan biten vahşete rağmen, karşı seslerin cılızlığı ve haklı olarak yalnızca yaşam hakkına, şiddete karşıtlığa yoğunlaşması bundandır. Kıymetlidir, ancak sorunun özüne inemediği için yetersizdir.

Dağın batı yanından pek seçilemeyen, öte taraf için ise son derecede çıplak olan başka görüntüler de vardır. Karşılarında gördükleri Sri-Lanka modeli (toptan imha, yok etme) ile İsrailleştirme modeli (yakıp yıkma, boşaltma, yenisini inşa ve oralara yeni yerleşimciler getirme) karışımı bir saldırıdır. Dahası, direniş öznesi siyaset, her gün, her gün, yalnızca kendi mücadelesini değil, Irak Kürt Bölgesel Yönetiminin siyasi istikrarsızlığını, Irak ve Rojava’da yaşanan savaşı, İran Kürtlerinin akıbetini, vb., gözden geçiriyor, her gün, her gün, buralarda yaşananları en yakıcı bir şekilde hissediyor. Bu nedenle top mermisinin bile işlemediği bir direnişi göze alıyorlar. Bu hissiyat, ‘Batı’da, Türkiye genelinde aynı boyutta paylaşılamaz, içselleştirilemez.

Dağın birbirini tam anlayamayan, göremeyen iki yamacındakileri aydınlatabilecek, onları ortak amaçlarda birleştirebilecek tek bir siyasi özne var, o da HDP. Henüz siyasetin bütününe ışık tutacak yetkinliğe ve olgunlaşmaya gelmemiş olsa da HDP. Başkası yok. Bu memleketin, dürüst, vicdanlı insanlarının, barış ve adalet çabalarına en büyük desteği verebilecek olan da yine HDP. Yani umut, her umut kadar naif, bir o kadar dönüştürücü. Kendisini rolünün hakkını verebilecek düzeyde dönüştürebilecek mi, sanırım o da kısa zamanda anlaşılacak.