27 Kasım 1943 gecesi Kuzey Anadolu fay hattı sallandı. Ladik-Samsun bölgesi, 7,4’lük bir depremle sarsıldı.
4 bin kişi öldü.
Konu hemen Meclis’e geldi.
Bazı milletvekilleri, “Zelzele bölgesi sayılan Japonya, İtalya gibi ülkeler, afete dayanma tedbirleri buldu. Biz de bunları uygulayalım. Dayanıklı binalar yapalım” dediler.
Kütahya Milletvekili Besim Atalay kürsüye geldi. Dedi ki:
“En büyük korkum, yeni yapılan şehirlerdendir. Diğer memleketleri taklit edip 3-4 kat ev yapılıyor. Tek tuğla örüp gidiyorlar. Burası New York değildir. Burası Anadolu’dur. Tanrı göstermesin ufak bir sarsıntı ile leblebi gibi yığılacak bunlar... İçişleri ve Bayındırlık bakanlıkları birleşerek Türkiye için bir yapı sistemi ortaya çıkarmalıdır. Vakit geçirmeden ve başımıza bir kaza gelmeden, memleketin ihtiyacına uygun sistemi bulmalı ve 3 kattan fazla ev yaptırmamalıyız. Bir gün bu binaların yerle bir olacağını zannederim. Korkuyorum arkadaşlar.”
* * *
Meclis bu tavsiyeye uydu ve 8 ay sonra “Depremden Önce ve Sonra Alınacak Önlemler Hakkında Kanun”u hazırladı.
Bir deprem halinde kurtarmayı, tedaviyi, barınmayı kimin yapacağı ayrıntılarıyla belirlendi. Ama daha önemlisi şu hüküm eklendi:
“Binaların yer sarsıntısına dayanıklı olup olmadığı, Bayındırlık Bakanlığı’nca kurulacak teknik ekiplerce incelenir. Rapor, bölge idare amirine verilir. Belediyeler bu raporlara göre tehlikeli görülenleri derhal boşalttırır veya kapatır.”
* * *
Harika değil mi?
Peki ne oldu o yasaya?
İzini sürdüm:
Yasa, 22 Temmuz 1944’te, yani savaş yıllarında kesinleşmiş. Birçok bina incelenmiş, tehlikeli bulunanlar yıkılmış, boşaltılmış ya da kapatılmış.
Sonra?
1948’de, yani 4 yıl sonra ilk imar affı çıkmış. Bütün çürük binalar bağışlanmış.
Ardından da yasa yürürlükten kaldırılmış.
Sonrasını biliyoruz:
B. Atalay’ın uyardığı gibi “Tek tuğla örülüp gidilen evler, her ufak sarsıntıda leblebi gibi yığılıp yerle bir oldu.”
* * *
Şimdi 60 yıl sonra Meclis’te bir başka B. Atalay, hâlâ o evlerden yakınıyor.
Son 60 yılda kim bilir kaç af daha çıkarıldı ve o afları çıkaranlar, kim bilir kaç depremden sonra, evlerin dayanıksızlığından yakınan laflar edip durdular.
Bugün Cumhuriyet Bayramı...
“Kimsesizlerin kimsesi” olmakla övünen Cumhuriyet, ne yazık ki, en çok da kimsesizleri kimsesiz bıraktı.
Mustafa Kemal Paşa, 1924’te Erzurum depreminden sonra gittiği afet bölgesinde diyordu ki:
“Vicdani duygularla acıyı hafifletmek için en etkili önlemleri almakla uğraşıyorum. Yapılabilecek her şey yapılacak, durumu düzeltmeye çare bulunacaktır.”
Neden 88 yılda o çareyi bulamadık? Neden “harb-i umumi”den beri “kaçak kat malikleri”nin baskısına boyun eğildi, çarpık kentleşmeye, çürük yapılaşmaya göz yumuldu?
Neden depremin sillesini yiyenler hep kimsesizler oldu? Nasıl oldu da Cumhuriyet depremin üstesinden gelemeyince deprem, bizi Cumhuriyet’i kutlayamaz hale soktu?
Sahi, deprem oldu diye cumhuriyet törenlerinin iptal edilmesinin mantığı ne ki?
88. yılı bu sorularla “kutluyoruz.”
Ve hâlâ kimsesizlere kimse olacak bir cumhuriyeti özlüyoruz.