Hayretle izliyoruz. Şaşkınlıkla bakıyoruz. Derdimizi anlatacak cümle bulamıyor, çaresizce mahallemizin kahve muhabbetine sığınıyoruz:

 

Dinime söven Müslüman olsa.

 

28 Şubat’tan söz ediyorum. Dahası, muhafazakâr unsurların kendi 28 Şubat’larına bakmadan Kemalist kadroların 28 Şubat’ıyla hesaplaşmalarından.

 

Tamam, 28 Şubat, ordunun modern yöntemlerle siyasete müdahalesidir.

 

Tamam, 28 Şubat, sayısız dindar insanın devletin acımasız yöntemlerine kurban edilmesidir.

 

Kabul ediyoruz, 28 Şubat, medya, silahlı kuvvetler ve bazı dış dinamiklerin ortaklaşa halkın iradesine tecavüzüdür.

 

Ama.

 

Kemalizm’in 28 Şubat’ından muhafazakârlığın 28 Şubat’ına geçmediğimizi kim iddia edebilir?

 

Kim ya da kimler farklı bir süreçten geçtiğimizi savunabilir?

 

Dün insanlar inançlarından dolayı yargılanırken bugün muhalif kimliklerinden dolayı yargılanmıyorlar mı?

 

Dün generaller basına brifing verip neleri yazacaklarını söylerken, Başbakan bugün kahvaltı verip neyi yazamayacaklarını söylemiyor mu?

 

Gazeteciler dün andıçlarla korkutulup tehdit edilirken.

 

Sahte ifadelerle yerlerinden edilirken.

 

Gazetecilerden biri çıkıp “Alçakları Tanıyalım” diye yazarken.

 

Bugün gazeteciler köşelerini bir bir kaybetmiyor mu?

 

Dönemin yeni gazetecileri çıkıp kimlerin yargılanacağını, kimin hapse gireceğini söylemiyor mu?

 

Gizli tanıklarla hapishaneler muhaliflerin, gazetecilerin yeni adresi olmuyor mu?

 

Kemalizm’in 28 Şubat’ından piyasa spekülatörleri muhafazakârların 28 Şubat’ından arsa spekülatörleri nemalanmıyor mu?

 

Kemalizm’in 28 Şubat’ında Atatürk rozeti bürokrasi basamaklarında yükselmeyi sağlarken muhafazakârların 28 Şubat’ında badem bıyık bürokraside koltuk sağlamıyor mu?

 

Biliyoruz, görüyoruz, anlıyoruz.

 

Egemenler değişse de gücün verdiği sarhoşluk değişmiyor.

 

Mağdurlar zalimine dönüşmekte gecikmiyor. Bize de her zaman olduğu gibi direnmek kalıyor sadece, inadına direnmek.