Son KCK operasyonları ile Kürt sorununun silahsız çözüm umutlarına bir darbe daha vurulurken, cemaate yakın gazetelerde ve web sitelerinde, konuyla ilgili yapılan polis kaynaklı dezenformasyon haberciliği, cemaati Türkiye’nin demokratikleşmesini isteyen bir sivil toplum hareketi olarak görenleri bir kez daha utandırdı.

Ne kastettiğimizi daha iyi anlatmak için “dezenformasyonu insanların ayağına getiren” cemaat gazetesinin konu ile ilgili haberlerinden birkaç başlık sunmak yeterli : “KCK'nın kaos planı deşifre oldu: Diyarbakır'ı Mısır'a çevirelim”, “KCK, Gemlik'teki eylem için Diyarbakır'da haraç toplamış”, “KCK, vekillerin adıyla örgüt evi açmış”, “Başbakan Erdoğan: KCK'nın altından Alman kredileri çıkabilir”, “Düz ovada terör: KCK”, “ Dağdakiler şehre inmiş bile“, “Terör örgütü KCK'yı Kanarya Cemiyeti gibi masum bir sivil toplum örgütü olarak göstermeye çalışanlar yine harekete geçti.”, “Ergenekon sanığının avukatı KCK'dan gözaltına alındı” …

Bu polis bülteni dili ve yaşananlar, 1990’ların karanlığını hatırlatıyor. Ağar’lı, Çiller’li yılları…

Demek ki Ağar’ın 12 Haziran seçimleri öncesi AKP’ye verdiği destek boşuna değilmiş. Esasında, Altan Tan’ın Mehmet Baransu’ya cevabından, daha da fazlasını öğreniyoruz: “Türkiye’nin en büyük ve en güçlü cemaati 2007 seçimlerine kadar 4 yıl boyunca Mehmet Ağar’a ciddi bir yatırım yaptı. 4 yıl boyunca bu ilişkileri ve görüşmeleri sürdürenlerin tamamı hayatta. Sebebine gelince; Türkiye’nin değişim ve dönüşümü için ‘Derinleri, Derinlerle ikna veya tasfiye etme, istenen seviyede dizginlenemeyen (kontrol edilemeyen de diyebilirsiniz) Başbakan’ı dengeleyecek bir koalisyon ortağı oluşturma amacı gibi ayrıntı ve yorumlara girmek istemiyorum, bu kadar ipucundan sonra gerisini meraktan bile olsa öğrenirsin nasıl olsa.”

Ağar’a yatırım yapabilecek tıynette bir zihniyetten, savaş politikaları ve çıkarcı bir pragmatizm dışında ne beklenebilir ki?

Nitekim, Orhan Gazi Ertekin, Express dergisinin 121. sayısındaki, medya tarafından görmezlikten gelinen, o çok önemli söyleşisinde, son operasyonlardan epeyce önce şunları söylemişti: “KCK davası Cemaat'in orada (bölgede-y.n.) yer tutma hareketidir. Orada hem sorunda hem çözümde rol alma, ana aktörlerden biri haline gelme çabasının bir parçası.” (http://www.demokratyargi.org/medyada-biz/roeportajlar/140-ebakan-orhan-gazi-ertekinin-express-dergisiyle-soeyleisi.html )

Aynı söyleşide Ertekin, KCK davalarının da görüldüğü özel yetkili mahkemelerin “Kilise” olarak adlandırdığı cemaat tarafından kurgulandığını belirtmişti. Bütün bunlar, “Kilise”nin, KCK’yi , BDP’yi ezip kendi Kürtleriyle bir çözüm kurgulama planını deşifre ediyor, tabi eğer buna çözüm denirse...

Esasında bu plan, artık cemaate yakın polis/yazarlarca da açıkça ifade ediliyor.

Peki, cemaatin BDP’ye yönelik bu düşmanlığının altında ne yatıyor?

Tabi ki, BDP’nin ve Kürt siyasi hareketinin güçlü bir eşitlikçi, özgürlükçü ve seküler damara sahip olması…

Komünizmle Mücadele Dernekleri’nden gelen, bu kökeni sorgulamayan ve o kökenin işlediği suçlar için özür dilemeyen bir gelenek, sola elbette tahammül edemez… Üstelik de özgürlükçü laik bir siyasete hiç tahammül edemez…

Bir yandan sivil cumaları örgütleyen, diğer yandan Alevilerin kimlik taleplerini savunan, kadın kotası uygulayan, kadına yönelik şiddete karşı mücadele eden bir siyasi hareket elbette milliyetçi muhafazakar cemaatçilerin tüylerini diken diken etmektedir…

Bütün bu dezenformasyon ve itibarsızlaştırma, şiddet ile ilişkilendirme çabası işte bu yüzdendir

Fakat tüm bu saldırılara karşı umutlu olmak için bir neden var. BDP ile Türkiye solunun geniş kesimlerinin biraraya gelmesi ile oluşan Kongre Girişimi…

Girişimin program çerçeve metninde şöyle yazıyor: “Kongremiz, tüm demokratik muhalefet güçlerinin mücadele alanlarını, ortak mücadele alanı olarak görür ve buradan güç alır. Kongremiz; tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin, işçilerin, emekçilerin, göçmenlerin, kadınların, köylülerin, gençlerin, emeklilerin, engellilerin, LGBT bireylerin, dışlanan ve yok sayılan bütün halkların, tüm inanç topluluklarının, yaşam alanları tahrip edilenlerin buluştuğu ortak bir mücadele zeminidir.”

Barış yanlılarının, silahların susmasını isteyenlerin, şiddet karşıtlarının ve tüm ezilenlerin, milliyetçi muhafazakarların savaş çığırtkanlıklarına karşı direnebilmesinin bundan daha kapsayıcı bir zemini var mı?