27 Nisan E-muhtırası ile başlayan AKP'nin hikayesi, ortağı olduğu 24 Nisan askeri darbesi ile artık sonuna gelmiş bulunmakta. AKP bir siyasi parti niteliğini yitirmiş, askeri siyasete bulaştırmış ve tamamen bir asker partisine dönüşmüştür.

Habertürk TV'de İbrahim Kalın, Genelkurmay başkanı ile birlikte 24 Nisan'da yaptıkları Abdullah Gül ziyaretinin nedenini şöyle itiraf etmiştir: “Birinci sorumuz, 'sizinle ilgili aday olacak, böyle bir hazırlık var' gibi şeyler konuşuluyor. Böyle bir şey var mı yok mu diye bizzat sizden duymak istedik.”

Bu, asker ile AKP'nin açıkça Gül'e aday olma baskısıdır. Bugüne kadar görülmemiş, literatüre geçecek bir askeri darbe biçimidir. Bu, “Askeri bürokrasinin siyasi alana müdahalesi”dir. Fakat şunu da vurgulamak gerekir ki, darbeciler seçimlere müdahale ederken, paradoksal şekilde, bu darbe ile muhalefetin önünü açmış ve birbirinden güçlü adaylarla darbecilere karşı bir demokrasi cephesinin oluşmasını sağlamışlardır. Böylece, bir muhtıra ile başlayan AKP hikayesi, darbecilikle kaçınılmaz sonuna doğru yaklaşmakta.

Oysa, 27 Nisan'da (2007) askerin siyasete müdahalesine ve bugün askeri vesayetin baş aktörü olan AKP'ye verilen muhtıraya, sosyalist, sosyal demokrat, muhafazakar, Kemalist, liberal, neredeyse toplumun her kesiminden 500 yurttaş şu tarihi sözlerle karşı çıkmıştı: "Askeri bürokrasinin siyasi alana müdahale etmesi, siyasetin silahların gölgesinde yürümesinin doğal karşılanması, siyasal yaşamın asker vesayeti altında olması kabul edilemez. Genelkurmay Başkanlığı'nın muhtırası demokrasiye yönelik açık bir tehdit ve yasalara göre suçtur.”

Bu 500 kişi içinde kimler yok ki: barış imzacıları, KHK ile işlerinden uzaklaştırılanlar, Büyükada yalanları ile hapse atılanlar, akil insan olarak çözüm sürecinde samimiyetle ter döktüğü için bugün utanmazca hapiste tutulan Celalettin Canlar, hala iddianamesi bile hazırlanmadan haksız yere hapiste tutulan Osman Kavalalar, hem cemaat hem AKP'nin yalanları ile tutsak edilen Ahmet Şıklar, HDP'den, CHP'den milletvekilleri ve milletvekili adayı olanlar, Altan kardeşler...

(Bkz: http://www.radikal.com.tr/politika/500-aydindan-genelkurmay-muhtirasina-karsi-bildiri-814155/ )

Bu tarihi metin ve imzacıları AKP siyasetinin riyakarlığının, ahlaksızlığının belgesi gibi... Metinde bugünün reisçi akademisyen ve gazetecilerden birinin bile imzası yok, çünkü o günlerde henüz askerin karşısına çıkacak cesaretleri de, ilkeleri de yok bugünün reisçilerinin... Oysa, imzacılar arasında, AKP'nin o en demokrat görünen zamanlarında bile Türkiye demokrasisine büyük zarar vereceğini öngördüğü halde, askeri vesayete karşı bu metne imza veren nice insan var...

Bugün ise “Askeri bürokrasinin siyasi alana müdahale etmesi”ne karşı çıkan tek bir AKP'li yok. Darbecilik ve askeri vesayet AKP tarafından öylesine içselleştirilmiş ki, bir askeri bürokrat olan Metin Temel'in, Muharrem İnce'ye çırak diyen Erdoğan'ı gülerek ve coşkuyla alkışlaması, adeta bir seçim kampanyası olarak Kandil ve Sincan operasyonlarından söz edilmesi, bu darbeci siyaset tarafından normalmiş gibi sunulmaya çalışılıyor.

Bugüne kadar her fırsatta askerin kendilerini mağdur ettiğini iddia edip, kendileri dışındaki herkesi postal yalayıcılığı ile suçlayan AKP adeta bir postal işlevi görüyor. 20 Temmuz sivil darbesi ile demokrasiyi ayaklar altına alan AKP, iktidarı askeri vesayetin desteği ile elde tutmaya çalışıyor.

Artık, kendini “paşaların paşası” olarak niteleyen Erdoğan 12 Eylül darbecilerinin MDP (Mecburi Devlet Partisi) adayı Turgut Sunalp'in yerini almıştır ve kaderi de onun gibi seçilememek olacaktır, çünkü darbeciler kaybetmeye mahkumdur.