Aslında, üç ay sonra gerçekleşecek seçimlerden ve solun durumundan bahsetmek istiyordum, ama belli bir yaştakiler arasında Karayip Korsanları serisinin dördüncü filminin gösterime girecek olmasının seçimlerden daha çok ilgi çektiğini hayretle gördüm.

Serinin ilk filmi olan Siyah İnci’nin Laneti 2003’te gösterime girmiş ve büyük ilgi görmüştü. Daha sonra çekilen iki devam filmiyle seriye yönelik ilgi giderek arttı. Bugünlerde dördüncü filminin gösterime girmesi sabırsızlıkla bekleniyor.

Karayip Korsanları serisinde Hollanda hegemonyasının son dönemlerinde, kapitalizmin ilk uzun meta zincirini oluşturduğu Atlas Okyanusu’nun bir ucunda yer alan Karayip Denizi’ndeki mücadele anlatılıyor alttan alta. Hollanda’nın yerini Büyük Britanya almış, eski hegemonya ve onun dikte ettiği sermaye birikim tarzı yıkılırken dönemin kalıntısı korsanlar da birer birer tasfiye ediliyor. Ya da korsanlar ve fantastik maceraları limanlarda anlatılan hikâyelere, romanlara ve daha sonra da filmlere devrediliyor.

Karayip Korsanları serisinde 18. yüzyıl sonlarını anlatıyor. Ama bu serideki korsanlar ne Erol Flynn’ın başrolünü oynadığı filmlerdeki gibi bir kahraman, ne de Define Adası romanındaki gibi bir trajedinin parçası. Karayip Korsanları daha doğru bir deyişle biraz kahraman, çokça bir trajedinin parçası, ama en çok da yönetmenin müstehzi bakışının damgasını vurduğu geçmişe ait bir olgu.

Bu istihzayı en iyi Johny Deep’in canlandırdığı Kaptan Jack Sparrow karakterine bakarak anlayabiliriz aslında. Kaptan Jack Sparrow belki iyi kalpli, ama kurnaz çıkarcı birisi. Çıkarı olduğu zaman şeytanla bile işbirliği yapabilir. İşine geldiği zaman yalan söylemekten hiç çekinmiyor. En belirgin vasıflarından biri de açgözlülüğü. Şeytan tüyü varmışçasına yakınında bulunanları etkisi altına alabiliyor. Ayrıca özgürlüğüne çok düşkün bir karakter.

Döneme, seriye ve serinin kahramanı Kaptan Jack Sparrow’a yönelik istihzayı serinin ilk filmi olan Kara İnci’nin Laneti’nde Kaptan’ın ilk göründüğü sahnede görebiliriz:

Sahne Karayip Denizi’ndeki bir limana yelken direğinin tepesinden bakan Jack Sparrow’un görüntüsüyle açılır. Kaptan gözlerini kısmış ufka bakarken mağrur ve karizmatiktir. Biraz sonra bakışlarını aşağı çevirir ve bulunduğu teknenin su aldığını görürüz. Sparrow bütün büyüleyiciliğiyle bir halattan kayarak direkten iner, teknenin suyunu boşatmak için eline bir kova alır. Bu noktada kamera geniş açıyla uzaktan tekneyi gösterir. Küçük bir sandal yarı yarıya suya gömülmüş durumdadır, Kaptan ise yalnız... Sonra iskeleye bir kova çarpar. Sahne kapanırken Jack Sparrow gene direğin tepesindedir, ama sandal tamamen suya gömülmüş bir şekilde iskeleye yaklaşmaktadır. Sparrow son bir hamleyle direkten iskeleye adımını atar ve iskeledekilerin şaşkın bakışları arasında hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam eder.

Başta da söylediğim gibi güya üç ay sonra yapılacak seçimler ve solun durumu üzerine yazacaktım. Kısmet Jack Sparrow ve Karayip Korsanları’naymış…