Köprüler için çoğu zaman ne der insanlar: “İki yakayı birleştirdi”!

Yani köprüler ayırmak için değil birleştirmek için yapılırlar!

Kuşkusuz hiç kimse sizden bir “Şah Hatayi köprüsü” beklemiyordu! Haydi diyelim Pir Sultan Abdal Köprüsü size ağır gelirdi lakin birleştirici yönünü hesaba katsak bile, yine hiç kimse sizden bir Hacı Bektaş Veli Köprüsü de beklemiyordu! Lakin bu kadar edebiyattan, bu kadar tantanadan, bu kadar açılım tamtamlarından sonra bu isimi koymak söylemlerinizle uyuştu mu şimdi?

Bana sorarsanız uydu ve hatta az bile! Kendi adıma ben sizden daha fazlasını da bekliyorum! Dördüncü köprünün adını mesela Şehit Cafer Erçakmak Köprüsü koyun! Hani şu Sivas katliamının 1 numaralı sanığı olup da Fransa’ya kaçtığı söylenen lakin cenazesi Sivas Valilik binasının 500 metre ilerisindeki bir evden çıkartılan Cafer Erçakmak!

Beşinci köprünün adını mesela Muaviye Köprüsü koyun! Hoş görü politikanıza cuk oturacaktır!

“Yavuz Sultan Selim’den sonra en büyük Alevi Kızılbaş düşmanıyım, Malatya il merkezinde 40 bin Alevi’ye kan kusturdum” diyen 12 Eylül döneminin Emniyet Genel Müdürü’nün adını mesela bir üst geçide verin!

İstikbal gökte değil köprüde deyip bundan sonra yapacağınız köprülere babanızın, dedenizin, ecdadınızın ismini verin! Tüm bunlar bizi şaşırtmaz ama şu Alevi açılımı sevdasına Başbakan ve yanındakilerle lüks otellerde aşure yiyen Alevi büyüklerimizi bir hayli şaşırtacağa benzer!

Büyük başın büyük derdi, büyük devletin büyük köprüsü olur derler! Demezlerse de bundan sonra derler herhalde! Ne yapacaktı yani AKP iktidarı, kendi döneminde temelini attığı koskoca köprüye Şah İsmail Köprüsü demeyecekti ya! Hem bu bir devlet politikasıydı! Bu tür isimler geçmişten günümüze etnik ve mezhepsel farklılıklar için devlet tarafından asimilasyonun bir parçası olarak kullanılırdı!

Mesela 1943 yılında kaçakçılık yaparken yakalanan 33 silahsız Kürt vatandaşımızı kurşuna dizdiren Mustafa Muğlalı’nın ismi Van’ın Özalp ilçesindeki jandarma sınır taburuna verilmemiş miydi? Alevi köylerine cami yaptırıp İmam atayan yine bu devlet değil miydi? Varsın Başbakan “Ben seksen milyonun Başbakanıyım” desindi! Bu ülkede yüzlerce okula, karakola, caddeye, sokağa Yavuz Sultan Selim ismi verilmiyor muydu?

Ankara’nın en doğusunda bir mahalle vardır adı Ege Mahallesidir! Mahalle doğudadır lakin adı her nedense Ege Mahallesidir! Ege Mahallesinin hemen karşısında bir mahalle daha vardır onun adı Cengizhan Mahallesidir! Ankara’da yaşayan hemen herkes bilir ki bu iki mahallede yaşayan vatandaşların büyük çoğunluğu solcu ve Alevidir. Lakin ortada bir Karakol vardır adı Yavuz Sultan Selim karakoludur!

Tuzluçayırdan Ege Mahallesinin sonuna kadar o mahalleler 12 Eylül döneminin Küçük Moskova’sıdır! Çünkü devlet onlara bu ismi vermiştir. Faşistler duvarlara “Komünistler Moskova’ya” diye yazarken, o mahallenin devrimcileri duvarlara “Kahrolsun Emperyalizm, Kahrolsun ABD, Kahrolsun Nato” diye yazarlar! Lakin ortadan uzunca bir cadde geçer adı Nato Yolu caddesidir!

Bu tür asimilasyon politikaları, sindirme, korkutma, yıldırma politikaları sadece günümüze ait bir şey değil! Dün vardı bugün de devam ediyor. Çözüm bu tür girişimlere karşı sağlıklı tepkiler örgütleyebilmekte. Yoksa her tarafımız NATO yolları, Yavuz Selim karakollarıyla sarılır.