Toplumsal ahlaksızlık insanı güvensizliğe sürükler. Güvensizlik de yalnızlığa.

Çevrenizde o kadar ahlaksızca olaya rast gelirsiniz ki sizi etkileyen ya da etkilemeyen, ‘uzak durmam’ lazım dersiniz. Bu olaylar doğrudan sizi etkiliyorsa gerçekten uzak durursunuz.

Ha, toplumsal ahlak topluma göre değişir. Örneğin yamyam toplumunda en ahlaklı iş insan eti yemektir, günümüz toplumunda da insan beyni yemek. İronisi bir tarafa, ahlak olgusu topluma ve kültüre göre değişiklik gösterse de, insan denen aynı Adem ve Havva’dan geldiği için, vicdan denen olgu da aynıdır, değişmez.

Boşuna değildir, feylesof ehlinin taaa İsa’dan önce bile olsa doğruluk, iyilik, kötülük kavramlarının üzerinde durması. Zaman farklı, onlar İsa’dan önce biz 2000’li yıllarda; mekan farklı, taş sütunlu athenalarda ibadet de yok, şehir toplantıları da; kültür farklı, başımızda zeytin dallarıyla gezinmiyoruz. Ama doğruluk, iyilik, kötülük kavramları hep aynı. Toplumsal ahlakı oluşturan bir üst ahlak var yani. Ateş olmayan yerden duman çıkmaz misali, toplumsal ahlak da durduk yerde bitmemiş yerden. Sonradan iktidar sahipleri almış, yoğurmuş kendi çıkarlarına göre, sürüleri de peşine katmış o ayrı. Ama yine de, temel kavramları kullanmak zorunda kalmış, inandırmak için sürüyü.

Aynı iktidar sahipleri, kalabalıklar önünde onadığı ahlaki yaşam biçimlerini bozmak için aba altında sopaları tokuşturmuş bir yandan. Örneğin bayramlarda milli birlik ve beraberlik nutukları atarken, ülkenin başka bir yerinde ayrışmayı körüklemekten geri durmamış, yine milli (?) çıkarları için. Toplumsal olaylar bir yana insan ilişkilerine de el atmış. Kontrolüne aldığı medya ile örneğin, toplumda güvensizlik olgusunun varlığına inandırmış kalabalıkları. Toplumsal işlerin yürütüldüğü kalelerde öyle bir sistem geliştirmiş ki, iş yürümez olunca, işini yürütmek isteyen güruh ahlaksızlık tarafını seçmiş ya da. Ahlaksızlık ya da kötülük durduğu yerde durmadığı için de, toplumun her alanına yayılmış. Sağınızı dönmüşsünüz ahlaksızlık, solunuzu dönmüşsünüz ahlaksızlık, ‘lanet olsun, kimseye de güvenilmiyor’ demiş çıkmışsınız işin içinden. Zaten hangi tutum ahlaklı hangisi ahlaksız kafanız da karışmış. Tutma medyadan uzanan tutma uzmanlar bunları söyledikçe daha çok inanır olmuşsunuz ‘güvenmemek’ gerektiğine.

Güvenmeme olgusu salgın haline gelmiş gel zaman git zaman. (Çok afedersiniz), hayatta yediğiniz kazıkların toplamından oluşturmanız söylenen tecrübeler, ‘Yalnız da yapabilirim’ düşüncesine inandırmış sizi.

Yalnızlaşa yalnızlaşa, bireylik durumunuz ön plana çıkmış, toplu iş yapmanın altında hep bir bit yeniği arar hale gelmişsiniz. Kendinizi korumanız gerektiğine inanmışsınız ‘öcü toplum’dan. Bir olmak, ortak iş yapmak, örgütlenmek artık zul olmuş. Bunu söyleyenlere de yan gözle bakar hale gelmişsiniz, ‘acaba ne çıkarı var’ diye düşünür olmuşsunuz.

Ve o çok bilen iktidar sizi oyununa getirmiş. Klasik örnek, bir kibrit çöpü mü daha kolay kırılır, 100 kibrit çöpü bir arada mı daha kolay kırılır?

Yani, toplumsal ahlaksızlık insanı güvensizliğe sürükler. Güvensizlik de yalnızlığa. Yalnızlık da bireyleşmeye. Bireyleşme de bir olmaktan uzak durmaya. Bir olmayanları da iktidar çok sever. Çünkü yalnızları idare etmek daha kolaydır.