Gün gelecek bütün sıkıntılar aşılacak.

Müşfik bir saadetle birbirimizin yaralarını iyileştireceğiz. Yana yakıla hayal ettiğimiz günler de gelecek elbet. Belki çoğumuzun hayali olarak kalacak. Çoğumuz hayalimizle toprak olacağız, bizden sonrakiler hayallerimize, yaşayamadıklarımıza ağıtlar yakacak belki.

Ama yaşayanlar olacak bu mutluluğu.

Amansız bir gaddarlıkla insanlara kurşun sıkılmayacak. O mahzun neşe Kürt sokaklarında da çınlayacak. Taşın serinliğinde susuzluklarını gidermeyecek çocuklar, uzanıp Fırat'a kana kana su içecekler.

Kurtulacağız bu buhrandan. Çok yaramız olacak, yaralarımızın derin izleri hemen silinmeyecek ama bu bile bizi cıvıl cıvı bir hayatı yaşamaktan alıkoyamayacak.

Gazeteciler yazı yazmaktan, sokakta insanlar konuşmaktan korkmayacak. Başlarına bir şey gelmeyeceğini bilmenin rahatlığıyla neşeli ve yaratıcı olacaklar.

Kim bilir batı standartlarında bir ülke bile olabiliriz. Demokrasiyi ve özgürlüğü alabildiğine yaşayan, adaletin ve hukukun var olduğu bir memleket... Bütün bunlar olabilir.

Ama bir şey var ki düşünmeye bile ürperiyorum, nefesim kesiliyor. Bu topluma, bu yaban topluma ahlakı ve insanlığı nasıl kazandıracağız? İlk bunu kaybettik en son kazanacağımız belki de kazanamayacağımız da budur.

Duyarlılığı ve ölçülü olmayı nasıl öğreteceğiz?

Milliyetçilikle beyinleri yıkanmış bu topluma, başkalarının acılarını hissettikleri ölçüde insan olacaklarını nasıl izah edeceğiz?

Katliamlar için yapılan saygı duruşunu protesto edip, masum insanların anısına bile saygı duymayan, insanlıktan nefret eden terör destekçisi bir ülkeye dönüşen bu toplumu nasıl ıslah edeceğiz?

Milliyetçilik denilen bu nefret belasından sıyrılarak, acıları hisseden, sıkıntılara dertlenen, zihinlerindeki sınırları aşarak dünya insanı olma ısrarına neden düşmanız?

Bizim dışımızdaki toplumlarla dayanışma içinde olmak neden bir ihanet gibi tepki çekiyor. Alkışlanması gereken bu naif kültür bizi var eden değerlere çok mu aykırı?

Bu çürümüşlüğün nimetleriyle iktidar olanlar, sadece halkı birbirine düşman etmediler; kafa kesen, katliamlar yapan teröristlere sempatiyle bakan ve bu vahşeti iliklerine kadar destekleyen bir güruh da yarattılar!

Çocukluğunda "bir Türk'ün dünyaya bedel" olduğunu öğrenen nesillerin zamanla bunun aslı astarı olmayan bir palavra olduğunu görmeleri beraberinde uygar dünyaya düşmanlığı getirdi.

Bu aldatmacanın sebebini kendimiz dışındaki toplumları kötüleyerek bertaraf etmeye çalışıyoruz. Hastayız... Hasta olduğumuzu kabul etmiyoruz. Bir tedavi gerekiyor bununda farkındayız ama bilimsel tıpı reddedip yanlış tedavi uyguluyoruz. Bu yanlış tedaviyle iyileşmez hastalığımıza bir de ruhsal depresyonlar eklendik.

Oysa tedavi o kadar basit ki!

Yapılması gereken tek şey soru sormak, evet soru sormak. Başkalarını kötülemeden, nefret ve hamaset dilini kullanmadan soru sormak.

Bir Türk'ün dünyaya bedel olduğunu, kim ne için bize öğretti? Amaçlanan neydi?

Türklerin efendi, Kürtlerin hizmetkar olduğuna nasıl inandık? Bizleri bu yalanlara niçin inandırdılar?

Komşusu açken tok yatmayan Peygamber'in ümmetiyiz, nasıl oluyor da acıya ıslık çalıp, ölüye sırtımızı dönüyoruz. Bu şuursuzluk, bu duygusuzluk "gerçek İslâm'ın" neresine sığıyor?

Kan akıtarak İslâm'a zafer kazandırmaktan bahsediyorsunuz, bu ilkellik değil midir? İlkelliğe dört elle sarılma ısrarınızın mantığı nedir?

Bu bilinçle daha geniş kitlelere kendinizi anlatma fırsatına mı erişeceksiniz yoksa insan olan her şeye sırtınızı dönerek muzip bir çocuk küskünlüğüne bürünüp modern dünyadan intikam mı alıyorsunuz?

Bu yol sizi tedaviye götürmez, yaralarınızı iyileştirmez, bu yol bir cüzzamlının yalnızlığına, kesif kokusuyla ruhu felce uğratan ölüm mahzenine götürür sizi.

Hukuksuzluğun yanısıra hatırı sayılır "saygısız ve bencil" barındıran bu kadim topraklar ne zaman durulacak. O berrak durulukta bir araya gelebilecek miyiz?

Korkarım gelecekte demokrasi gelse bile insanımız eksik olacak. Ahlak ve erdem eksik kalacak.