Bundan 10 yıl kadar önce tesadüfen girdiğim bir internet kafede karşılaşmıştım acı gerçekle:
Bilgisayar başında kafası öne eğik çocukların hepsinin ekranında aynı oyun vardı.
Anti-terör timi rolüne bürünen çocuklar, çetelere bölünmüş öfkeyle “düşman teröristler”e saldırıyor, bıçaklıyor, ateş ediyor, beynini uçuruyorlardı.
Amerikan icadı oyundaki bütün teröristler Arap’tı.
Kafeden dehşet içinde çıkıp oyunla ilgili bir yazı yazmıştım. Daha sonra değişik vesilelerle bu tehlikeye dikkat çektim.
Bu arada oyun öyle popüler oldu ki, “Siberlig”de şampiyona düzenlendi. Türkiye’de farklı illerden en çok terörist öldüren 250 “klan” katıldı. Kazanan takım Güney Kore’de 55 ülkeden gelen “anti-terör timleri” ile yarıştı.
* * *
“Canım bilgisayar oyunu işte, abartma” mı diyorsunuz.
Size tanık olarak dünkü haberi takdim etmek isterim:
2. Dünya Savaşı’ndan bu yana Avrupa’daki en büyük katliama imza atan Norveçli faşist Anders Behring Breivik, 77 kişiyi katlettiği olaydaki ilham kaynağını açıkladı:
“Call of Duty” (Görev Çağrısı”) adlı bilgisayar oyunu...
Katil, katliamdan önce annesinin evinde, günde 16 saat bu oyunu oynamış.
Oyun, bahsettiğim türün en gelişmiş versiyonu... Size bir tankın içinden ya da uzak mesafeden ateş ettiğiniz düşmanın kellesi uçtuğunda çıkardığı sesi duyma, bedeninden boşalan kanı hissetme imkânını bahşediyor.
Şimdi sıkı durun:
“Call of Duty”, bir yılda 55 milyon kopya satmış.
Sadece önceki ay, internette 40 milyon oyuncusu varmış.
Bu rakamı internet cafelerce çoğaltın, neyle birlikte yaşadığımızı anlarsınız.
* * *
Bunların toplumsal şiddetin çoğalmasındaki rolünden yakındığımızda sektörün lobilerine yakın bazı uzmanlar “Bayatlamış tezler” diyordu.
Bu oyunların çocukları şiddete yönlendirmek bir yana, tersine içlerindeki şiddeti boşalttığı için yararlı bile sayılabileceğini söylüyorlardı.
Norveç örneği ile nereye boşalttığını görmüş oluyoruz.
Oyundaki karakterler gibi “yabancı düşmanı” olan Breivik duruşmada şöyle diyor:
“Nişan alma yeteneğimi bu oyun sayesinde geliştirdim. Oyun, çok iyi bir savaş simülatörü... O kadar iyi ki dünyadaki birçok ordu tarafından kullanılıyor. Sisteme alışırsa neneniz bile keskin bir nişancıya dönüşebilir.”
* * *
Eh, nenelerimiz değilse de, bebelerimiz dönüşüyor.
Ve biz evde, okulda, sokakta ve şimdilerde de hastanelerde yükselen şiddet sarmalından yakınıp duruyoruz.
“Daha fazla karşı şiddet” dışında da çare üretemiyoruz.
“Toplumsal şiddetin kaynağı bu oyunlar” diyecek kadar cahil değilim; ancak bu oyunların içerdiği vahşetle şiddet iklimine katkısı inkâr edilebilir mi?
Öyle bir çağdayız ki, ekranda azıcık ihtiraslı bir öpüşme sahnesi olsa üst kurullar makasla koşturuyor; aynı ekranda kan gövdeyi götürse kimse umursamıyor.
Cinsellik içeren her tür yayın internetten tamamen temizlendi maşallah; şiddet ise keyfince at koşturuyor.
Yasaktan yana değilim; ancak artık şiddete bahşedilen tolerans ve teşviki, sanata, kültüre, barışa, özgürlüğe, aşka göstermedikçe bu kanlı tezgâhtan çıkışımız yok.
Bu da bizim “Görev çağrımız” olsun.