Meclis’te çalışan yaşlı bir stenografın belgeselini yapmak isterdim.
Genç yaşta Tutanak Müdürlüğü’nde işe girmiş, konuşma hızında yazabilmek için kursa gitmiş, günün birinde Genel Kurul’a girip vekillerin her ağzından çıkanı stenoyla yazmaya girişmiş, yaza yaza bu işte pişmiş bir stenograf...
On yıllar içinde on binlerce nutuk, vaat, küfür, yalan işitmiş, hepsini titizlikle kaydetmiş, giderek her konuda uzman kesilmiş, yazarken yalanı gerçekten ayırma yeteneği gelişmiş bir memur...
Bir hatibin hatasını fark ettiğinde gizlice düzeltir miydi ki?
Ayıplı küfürleri kaleme alırken yüzü kızarıp “Yazmayayım bari” der miydi?
Gizli oturumların sır tutanaklarını ezberler miydi?
Darbe olup da Meclis’e kilit vurulduğunda, kürsü tamamen susturulduğunda, tutanak tutulmaz olduğunda ne hissederdi?
Gördüğü onca Meclis’ten, girdiği bunca birleşimden, dinlediği şunca vekilden neler damıtmıştı? Hangisinde sessizce ağlamış, hangisine içten içe acımıştı?
Eski Meclislerle kıyaslayınca dünün büyük hatiplerinin yerini iki kelimeyi bir araya getiremeyenlerin almasından, Meclis’in mütemadi itibar kaybından, gözünün önünde yaşanan kavgalardan dolayı acı çeker miydi?
Meclis’ten umudu keser miydi?
En önemlisi; bugün ne hissederdi?
* * *
Çoğu Ankaralı gazeteci gibi ben de bir süre Meclis muhabirliği yaptım.
Bu hayali stenografa yakıştırdığım durumları sıkça yaşadım.
Meclis susturulduğunda dilime kilit vurulmuş gibi hissettim; kavgalarda salona atlayıp ayırmayı aklımdan geçirdim. Meclis üstüne düşeni yapmadığında ayağa kalkıp yuhalamak, bir savaşa dur dediğinde ellerim patlayasıya alkışlamak istedim.
“Milletin kâbesi”nin yıllar içinde uğradığı itibar kaybını bizzat gözlemledim; lidere itaatkâr eller sorgusuz kalktıkça sinirlenip “Nerde o eski meclisler” dedim.
Gün oldu hepten ümidi kestim.
* * *
Bugün Türkiye’nin en renkli meclislerinden biri açılırken, bir kez daha ona umut yeşertiyorum.
Bu Meclis, bir arada yaşama koşullarımızı saptayacak, yeni bir toplumsal sözleşmeye imza atacak.
Daha da önemlisi, ufukta görünen sınır ötesi bir savaşı ve yeniden hain pusularla ufkumuzu daraltan bir kanlı dalaşı önlemenin yollarını arayacak.
Silah tutan kolları tutup namluyu indirmeye, sözü dağdan ovaya getirmeye çalışacak.
Salonun lacivert üniformalıları, Genel Kurul’da birbiriyle uygarca tartışabilirse, sokaktaki seçmenine örnek olacak; gırtlak gırtlağa girerse sokaklar da alev alacak.
Velhasıl bu Meclis, zorlu bir köprüde devraldığı Türkiye’yi sarsmadan, devirmeden, parçalamadan karşıya geçirmeye çabalayacak.
* * *
Yaşlı bir Meclis stenografının belgeselini yapıyor olsam, bugün hep ona bakar, zihnindekini okumaya çalışırdım.
Eski Meclislerle kıyaslandığında bu Meclis nasıl tarihe geçmeye niyetleniyor?
Bize ne vaat ediyor:
Umut mu, yılgınlık mı?
Çıkmaz sokak mı, yegâne çıkış mı?
Savaş mı görünüyor ufkunda, barış mı?
Ne olursa olsun, Meclis’ten umudumuzu koruyor, bu açılış gününde başarılar dilerken eski, güzel bir şarkıyı azcık tahrif ederek, “Gelse o sulh meclise” diyoruz.