İktidar Partisi yöneticileri uzunca bir süreden beri Kürt sorunun bittiğini söylemekte. TRT 6’nın açılıp Kürtçe AKP propagandası yapılması, Kemal Burkay’ın Türkiye’ye getirilip hükümete övgüler yapması, Cezaevlerinde mahkûmların yakınlarıyla Kürtçe konuşmasının yasallaşması (ki bu yasa cezaevinden gelen haberlerden anlaşıldığı üzere uygulanmamakta) Kürt sorunun çözüldüğü anlamına geliyor iktidar için.

 

AKP’nin bu icraatlarla yapmak istediği Kürt hareketini tasfiye etmek ve Kürt coğrafyasından daha fazla oy almak gibi siyasi hesaplar.

 

AKP`nin Kürt sorununu çözmemek için yaptığı icraatlara bakınca liste habire uzuyor. KCK operasyonları, Askeri operasyonlar, cezaevinde Kürtlere uygulanan insanlık dışı muamele, Uludere’de sivillerin katledilmesi... diye devam ediyor. Kürt sorunu bunlarla, Barzani ve Talabani`yi işin içine sokup dışardan barış umudu yaratmakla çözülecek bir sorun değil. Ama hükümet, ‘biz barış için elimizden geleni yaptık ama PKK’nin silahı bırakmaya niyeti yok’ noktasına getirmeye çalışmakta.

 

Hükümet’in istediği Türk kamuoyuna selam verip savaşa devam etmek, Kürt Kamuoyunu da siyasi ve askeri operasyonlarla kendisine mahkûm etmek. Hükümet, barışın yolunun Amerika’dan, Irak’tan değil de İmralı’dan geçtiğini iyi biliyor. Güvence verildiği takdirde PKK sınır dışına çekilecek silahlar bırakılacaktır. Bunu gerek PKK’nin gerekse de Öcalan’ın tecritten önceki mesajlarında görmekteydik. Ancak AKP herhangi bir tavizde bulunmamak için bu seçeneği devam ettirmek istemiyor.

 

Neticesinde Dağlıca baskını böyle bir atmosferin ürünü olarak ortaya çıktı. Bir süredir kamuoyu barış konusunda umutlandırılıp bu iş çözüldü çözülecek, şiddet bitti bitecek gibi bir izlenim uyandırıldı iktidar ve basın tarafından. Erdoğan’ın Kılıçdaroğlu ile görüşmesi sanki PKK`nin silahsızlandırmasının anahtarı iki liderin görüşmesindeymiş gibi yansıtıldı. Bunun üzerine Avni Özgürel’in Kandil röportajı ve Leyla Zana`nın Hürriyet gazetesine verdiği röportaj da eklenince memlekette haklı olarak barışa aç olan insanlar tekrardan umutlanmaya başladı. Ancak Dağlıca’da PKK’nin yaptığı eylem kamuoyundaki barış beklentisini tersine cevirdi.

 

Türkiye siyasetinde bu tarz olayların gelişmesini tahmin etmek için kâhin olmaya gerek yok. İktidarın Kürt politikası böyle üzücü olaylara zemin hazırlıyor. Olay sonrası basında ve hükûmet açıklamalarında bugüne kadarki yorumlarından farklı bir yorum görülmedi ne yazık ki. Yine ‘tam barış olacakken’, ‘tam iklim yumuşarken’ gibi cümleler kurarak olayın tüm sorumluluğu Kürt Hareketi`nin üzerine yıkılmaya çalışılıyor. Filanca yerde ‘’50 terörist öldürüldü.’’ Filanca yerde ‘’300 terörist kıstırıldı’’ gibi savaş haberleri ile kamuoyunun kayıplara karsı tepkisi dizginlenmeye çalışılıyor. İktidar bir yandan şehitlerimizin kanı yerde kalmayacak bir yandan bitecek naralarına devam ediyor. Genelkurmay başkanının açıklamaları tam bir felaket. Ve bu dilden barış çıkması bekleniyor. Ama bu üsluptan çıkan barış değil her zamanki gibi savaş oluyor. Ve yine her zamanki gibi düşen ateş sadece yaşamlarını kaybeden kişilerin evlerini yakıyor. Erdoğan iktidarı da bu gündem altında yaratmak istediği muhafazakâr toplum ve post-modern diktatörlük hedefleri için toplum mühendisliği yapmaya devam ediyor. Sezaryen ve kürtaj tartışmalarının yanına hamilelerin fişlenmesini ekliyor. Devlet yatak odalarımıza kadar giriyor. Birçok okul imam hatip ortaokuluna dönüştürülüyor. İnsanlara zorla bu seçenek dayatılmaya çalışılıyor. Özel yetkili mahkemeler muhalefet üzerinde temizlik hareketi yapmaya devam ediyor. Polisler sokakta Kürtçe konuştu diye vatandaşı linç etmeye çalışıyor. Başbakan tüm bunlara demokrasi diyor. Demokrasi, demokrasi olmaktan çıkmış durumda...

 

GENEL KURMAY’IN AÇIKLAMASI

Genel Kurmay`ın Kandil ile ilgili söylediklerine çok fazla değinmek istemiyorum. Genel Kurmay Başkanı’nın söyledikleri arasında asıl dikkat edilmesi gereken Uludere ile ilgili değerlendirmesi ve "Terörle Mücadele"de askere hukuki zırh istemesi.

 

Genel Kurmay Başkan’ı da Başbakan gibi Uludere’de uygulanan devlet terörünü kamuoyu nezdinde "terörize edip" meşrulaştırmaya çalışmakta. Eğer Genel Kurmay Başkanı’nın söylediği gibi katliamın yaşandığı yerde silah olsaydı heronların görüntüleri ilk gün basına servis edilirdi. Bunun için 6 ay beklenmezdi. Daha önce de defalarca yapıldığı gibi siyah beyaz görüntüler, basına çıkmaktan çok keyif alan emekli askerler eşliğinde en ince ayrıntısına kadar anlatılırdı. Ama Uludere katliamında bu yapılmadı. Bu görüntüleri izleyen komisyonun tanıklıkları var. Olaydan sağ kurtulan insanların tanıklıkları var. Olay sırasında yaşanılan paradoksları geçen yazımda anlatmaya çalıştım. Ancak Genelkurmay Başkanı’nın Uludere ile ilgili açıklaması belliki kamuoyundan gelen tepkileri yok etmek için Başbakan’ın emri ile yapılmış bir açıklamadır. Uludere olayı açık bir devlet terörizmidir. Sivil halk vahşice katledilmiştir. Bunun üstü hiçbir süslü açıklamayla, hiçbir gerekçeyle örtülemez.

 

Meclis Uludere Komisyonu Üyesi ve BDP Milletvekili Ertuğrul Kürkçü’nün ilgili görüntüleri izledikten sonraki şu anlatımını hatırlamakta fayda var:

 

“Termal kamera görüntüleri esasen optik kamera görüntülerinden farklı olarak ısıya duyarlı bir sistemle görüntü veriyor, bu da şu manaya geliyor sıcak nesneler siyah, soğuk nesneler beyaz görünüyor. Bu yüzden aslında hareket halinde olan siyah nesnelerin ne olduğu hakkında çok net fikir veriyor. Bu siyah nesneler hayvanlarla yük taşıyan siviller ve bu bana göre de diğer komisyon üyelerine göre de çok netti. Görüntülerde siyah nesnelerin üzerindeki beyaz nesnelerin muntazam olarak yerleştirilmiş olduğu görülüyordu. Bunların da mazot yüklü bidonlar olduğu yine çok açıktı. Silah olacağını varsayacağımız uzun ince beyaz nesneler ise hiç yoktu. Dolayısıyla silahsız bir insan ve hayvan kafilesinin mazot taşıdığını açıkça anlayabildik.”

 

Genel Kurmay Başkanı’nın asker için istediği hukuki zırh devlet cephesinin barıştan ne kadar uzak olduğunun göstergesi. 1990’lı yıllarda uygulanan kirli savaş politikalarının tekrar uygulanmasını planlıyor ki Sayın Genel Kurmay Başkanı hükûmetten hukuki zırh istiyor. Ya da geçmişte kendisinin de denediği iddiaları ortada duran kimyasal silah uygulamasını hukukileştirmek istiyor.

 

Ancak Genel Kurmay Başkanı’nın hükûmetten böyle bir istekte bulunmasına gerek yok. Uludere`nin, Pozantı’nın, Ceylan Önkol’un, Uğur Kaymaz’ın hesabını sormayanlar Genel Kurmay başkanının uygulayacağı terörün de hesabını sormayacaktır. Eğer hükûmete karşı darbe yapmak gibi herhangi bir derdi yoksa.

 

Dağlıca çatışması ilk değil, dilerim son olsun. Ancak AKP'nin, popüler ulusal medyanın, yargının ve Genelkurmay’ın popülist siyasi ve mesleki ihtirasları arasına sıkışmış bir politikadan barış çıkmayacağı açık. Devlet'in sahipleri değişti, ama zihniyetinde bir değişiklik yok. İktidarın uyguladığı politikalara karşı sokakta barışı örgütlemek dışında ölümleri durdurmanın bir yolu yok. Yarın ölecek gencin bizim çocuğumuz olmaması için, sesimiz daha güçlü çıkmalı.

 

Şiddetsiz Pazarlar... Barışla kalın...