Ankara’nın en doğusunda bir mahalle vardır adı Ege Mahallesi! Ege Mahallesinin hemen paralelinde bir mahalle daha vardır adı Cengizhan Mahallesi! Her iki mahallenin ortasından bir cadde geçer adı Natoyolu Caddesi! Her iki mahallenin ortak yönü kuruluşundan itibaren alevi ve solcu insanlardan oluşmasıdır. Eskiden o mahallelerde köpek sayısı insan sayısından çoktu. Otobüs ve dolmuşlar Tuzluçayırdan döner, insanlar Ege mahallesine yürüyerek giderdi!

 Bakmayın siz şimdilerde iş kulelerinin yükselip alış veriş merkezlerinin bir biri ardına yapılmasına. Daha düne kadar Ege Mahallesi Ankara’nın çöplüğü diye anılırdı. Tuzluçayırdan Ege mahallesinin sonuna doğru uzanan Natoyolu caddesinin bitimindedir çöplük. Yazın sahil kenarında martı sesleriyle uyanan tatilcilerin aksine sığırcık ve karga sesleriyle uyanan yoksul emekçi halkın teneke ve naylondan kurulu barakalardan gecekonduya geçme sevdasının hayata tutunma mücadelesidir çöplük.

Ege Mahallesi ilk kurulduğu 1970’li yıllardan 1990’lı yılların sonlarına kadar çöplüğün oradan kaldırılıp başka bir semte taşınması için birçok mücadele vermiştir. İşin garibi seçilen tüm belediye başkanları da “Çöplüğü kaldıracağım” diye söz verip yerine getirmemiştir! Lakin 2000’li yıllardan sonra ne halk “Çöplük kaldırılsın” diye kimseden bir şey istemiştir nede seçilen Belediye Başkanları “Kaldıracağım” diye söz vermiştir. Zira halk kendi kurduğu mahalleye bütün zorluklarına rağmen alışmıştır.

 1980’li yılların ortaları olmalıydı! Çöplüğün üzerine kurulmuş teneke barakalar, çöp yığınlarının üzerinde gezinen insanlara duldalık yapıyordu. Belki de bu Ege Mahallesinin son “Çöplük kaldırılsın” eylemiydi. Sanatçılar, siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları ve Tuzluçayırdan bu yana tüm mahalle halkı eylem için toplanmıştı. Siyasiler konuşma yapacak, sanatçılar türküler söyleyecek, çöplüğün kaldırılmasını isteyen halk ise halaylar çekecekti.

 Kalabalığın 100 metre ilerisinde tüm bu olanlardan habersiz üç çocuk ellerinde naylon poşet, kamyonların döktüğü çöpü karıştırıyorlardı. Gazeteci ağabeyi onlardan birisine yaklaşmış sohbet edip fotoğrafını çekmişti.

—Ne yapıyorsun ufaklık?

—Çöp topluyorum abi!

—Okula gitmiyor musun?

—Gidiyorum ama arta kalan zamanlarda burada çöp toplayıp satıyorum.

Sohbet uzamıştı. Gazeteci ağabeyi tam ayrılacakken çocuk seslenmişti:

—O resimlerden bana da verecek misin abi?

—Tamam ama buraya bir daha geleceğimi hiç sanmıyorum.

Çocuk gülmüştü:

—Sen resimleri çöpe at abi! Nasıl olsa bütün çöpler buraya geliyor ve biz hep buralardayız!

 Gazeteci gülümseyip çocuktan ev adresini istemişti. Çocuk kalabalığın arasında bulunan babasını bulup gazeteci abisine adresini verdirmişti. Yaklaşık bir hafta sonra çocuğun evine bir kitap, birde mektup gelmişti. Kitap Oriana Fallaci’nin “Doğmamış Çocuğa Mektup” isimli kitabıydı! Mektupta ise kısaca şöyle yazıyordu:

—Canım kardeşim. Ben seni unutmam ama sende beni unutmayasın diye sana bu fotoğraflarla birde kitap gönderiyorum. Kara gözlerinden öperim.

Birkaç gün önce, Sıhhiye’de bir sokakta çöplüğün etrafında çöpleri karıştıran çocukları kovalıyordu adamın birisi! Etrafı pisletiyorlarmış çocuklar! Çöp dağılıyormuş, çöplerin kokusu apartman dairelerine kadar gidiyormuş! Hem bu zamanda çöp toplamakta neymiş! Bunların ana babası yok muymuş! Neden böyle sokaklara, çöp toplamaya salıyorlarmış çocuklarını! Üstelikte bunu çocukluğu çöp toplamakla geçen, yıllar önce bir gazetecinin çöp toplarken söyleşi yaptığı 3 çocuktan birisi olan bana söylüyordu.

Adamın “Bu zamanda” dediği “Yeni Türkiye” zamanıydı! Sanki gülük gülistanlıktı her yer! Okula gidip, gülüp eğlenmesi gereken çocukları çöpe muhtaç eden kokuşmuş siyasetten habersiz gibiydi adam! Asıl kokan siz ve sizi temsil eden kokuşmuş siyasetiniz deyip uzaklaştım oradan.