Gezi direnişinden bugüne dek; CHP'nin siyasi yelpazenin neresinde bulunduğu tartışmaları giderek ivme kazandı.

Zaman zaman vekillerin bireysel çıkışları, daha seyrek olarak ta; Genel Başkanın Adalet Yürüyüşü benzeri eylemleri, sosyalistler arasında küçük heyecanlar yaratmadı değil ancak ne yazık ki; bu küçük heyecanlardan çok daha fazla defa da hayal kırıklığı ve öfke dalgalarına sebep oldu.

Yazılarımda genelde mümkün olan en geniş kitleye hitap etme yolunu seçsem de bu kez hedefimi biraz daha sınırlamak ve devrimci-sosyalist dünya görüşüne sahip insanlara hitap etmek istiyorum.

Elbette ki normal bir demokrat vatandaştan çok daha fazla okuma yapmış ve ideolojik biçimlendirmesini Marksist klasiklerle zenginleştirmiş bu kitleye hitap etmek kolay değil. Bunu başarabilen çok az sayıda insan olduğunu da; bu insanların bugün içinde bulundukları onlarca farklı örgüt ve siyasetten çıkarsamak mümkün. Siyasi görüşlerine hitap edebilen; dahası dünyaya bakış açılarıyla tam olarak örtüşen yığınsal bir yapılanma bulabilmiş olsalar zaten büyük bir çoğunluğu (ben de dahil olmak üzere) bu yapı altında toplanmış olurlardı.

Bu dağılmışlığın esas sebebi bu insanlar arasındaki görüş farklılıkları ve kişisel egolardan değil; böylesi kapsayıcı bir örgütlülüğün bulunmamasındandır. Ve elbette ki CHP; kapsayıcılık anlamında devrimciler için diğer tüm sosyalist parti ya da örgütlenmelerden daha fazla eksiğe sahiptir.

Sözünü ettiğim arkadaşların arasında CHP'yi eleştiren, hatta zaman zaman -deyim yerindeyse- yerin dibine sokan pek çok köşe yazarı var. Bu yüzden ben onların yöntemini kullanmayacağım.

CHP yönetimini ya da örgütlerini övmeyeceğim de çünkü yapısal olarak burjuva-demokratik düzeyde olan bir örgütlenmenin devrimci-sosyalist örgütlenmelerin faaliyet biçimleri baz alınarak değerlendirilmesini mümkün görmüyorum. Dolayısıyla bu siyasi partinin, kendi kuruluş ve işleyiş amacının dışında bir evrilme göstermesi ve Türkiye halklarının devrim sürecine liderlik etmesi hiçbir zaman mümkün olmayacaktır.

60'ların ortalarından 12 Eylül kabusuna kadar geçen süre içinde CHP; devrimci hareketlerin sınırlı da olsa organik olarak irtibat kurdukları ve daha çok kendilerine yoldaş devşirme amacıyla kullandıkları bir yapı olarak kaldı. Hitap ettiği muazzam çeşitlilikteki yelpaze düşünülürse bundan daha fazlasını da yapamazdı zaten. Bu çeşitliliğe rağmen tüzüğünde yazan maddeleri dahi gerçekleştiremedi ve; ne 12 Eylül'e koşar adım giden ülkeyi toparlamayı ne de demokrasinin ülkemizde bir yaşam biçimi olarak sürdürülebilmesi için gerekli olan işçi ve vatandaş sayısının genel nüfusa oranını yükseltmeyi başaramadı.

Bunun sebebi ise, sanılanın aksine; Türkiye halklarının ve işçi sınıfının gerici yapısı değil.

Bugün sosyalistlerin düştüğü en büyük yanılgı ve esasında yılgınlıkların da temel sebebi; işçi sınıfına olan güvensizlik ve halkın büyük kesiminin gerici-yobaz düşüncenin tutsağı olduğu düşüncesidir.

12 Eylül darbesiyle birlikte tüm toplum üzerinde ciddi anlamda bir depolitizasyon ve dini manipülasyon süreci başlatılmış olsa da bu projenin başarılabildiği kesinlikle kuşkuludur.

Yüksek oy oranlarıyla seçilmiş olmasına ve 15 yıldır sürdürdüğü iktidarına rağmen AKP'nin bugün yaşadığı dağılma süreci bunun en güzel örneğidir. Son referandumu ancak YSK'yı basarak ve milyonlarca sahte oyu devreye sokarak atlatabilen AKP'nin bugün toplumdaki desteği %20 oranında bile değildir. Satın alarak ya da baskı kurarak ele geçirdiği ana akım medya tam tersi bir algı çalışması yürütse de; Türkiye halklarının siyasal islam konusundaki hissiyatı, tek kelime ile "mide bulantısı" olarak isimlendirilebilir.

Baktığınız, daha doğrusu gördüğünüzü sandığınız şey aslında; devletin tüm imkanlarıyla sübvanse edilmeye çalışılan bir AKP ya da daha doğru bir tabirle "Erdoğan sempatisi" illüzyonudur.

Devrimcilerin, devletin kurumsal yapısına karşı duruşları hep mesafeli olmuştur ve bu nedenle; devletin ne denli büyük imkânlarla, olguları nasıl büyük bir başarıyla olduğundan farklı gösterebildiği gerçeğini algılayabilmekte zorlanmaktadırlar.

Cep harçlıkları verilerek meydanlara toplanabilen kitleler ya da küçük ücretler karşılığında sosyal medyada terör estirtilen trolller veyahut ta provokasyon amaçlı kullanılan vandal gruplar gerçeği devrimciler tarafından ilkesel anlamda kabul edilse de aslında bilinçaltlarında bu gerçek reddedilmektedir. Toplumun çok küçük bir parçası olan bu dejenere fraksiyonlar tam da bu nedenden dolayı toplumun geneline sirayet etmiş bir hastalığın semptomları gibi görülmekte ve halka karşı istemsiz bir tiksinme yaratmaktadır. Çünkü onlara göre bir insanın -ucunda nasıl bir çıkar olursa olsun- böyle çirkin eylemlerin payandası olabilmesi mümkün değildir ve farkında olmadan bu gerçeği reddederek bu küçük grupların bu eylemleri; içlerinden gelerek yaptıkları düşüncesine kapılmaktadırlar. Tam olarak bu yanılgıdan dolayı da bu çirkin davranışları toplumun geneline nüksetmiş faşizan bir çılgınlık olarak görmektedirler.

Yazımızın konusu olan CHP de; bu çıldırmış olduğu düşünülen toplumun içinde durmadan sağa-sola yalpalayan, son derece sınırlı ve kısıtlı bir kitleye hitap edebilen, kuruluş amacı ve tüzüğü son derece net olarak çizilmiş olsa dahi bu yükselen faşizm dalgası karşısında hiçbir direniş gösteremeden boyun eğen bir güçsüzler topluluğu olarak görülmektedir.

Biraz da bu görüntünün etkisiyle CHP her zaman en kolay saldırılabilecek; bu saldırılardan küçük te olsa faydalar sağlanabilecek bir averaj takımı yerine konmaya çalışılmaktadır.

Bazı devrimci-sosyalist yazarlarımızın; gericiliğin, yolsuzluğun, siyasi ve ahlâkî bozulmuşluğun kalesi haline gelmiş olan AKP'ye neredeyse hiç yüklenmezken, gün aşırı CHP'yi aşağılayan, ezikleyen yazılar döşenmesinin psikoanalitik sebebi budur.

98 yıllık bir partinin, kapsamlı kurumsal analizini yapmak ve bu bağlamda olması gereken yeri belirlemek bir köşe yazısında yapılabilecek bir şey değil.

Bu yazının esas amacı; CHP'nin burjuva-demokratik bir parti olduğunu anlatmak ve bundan dolayı da yapabileceğinden daha fazlasını görev olarak üzerine alamayacağını dile getirmektir.

Bu yetersizliklerinden dolayı gericilikle mücadele edemeyeceğini söylemek; onu yıpratarak hatta onu parçalayarak Türkiye toplumunun ileriye götürülebileceğini düşünmek ise çok kesin bir ifadeyle "kötü niyettir".

CHP; örgütleri ile lümpen, milletvekilleri ve parti yönetimiyle pragmatik ve hatta emperyalizm yardakçısı görünümü veriyor olabilir. Bu suçlamaları hak edecek pek çok eylemlilikleri de olmuştur. Bunları görmezden gelecek değiliz elbette ama gerek üye sayısı, gerekse hitap edebildiği halk kitleleri açısından bugün Türkiye'nin kısa dönemdeki kaderine etki edebilecek bir siyasi yapıdır.

Bugün CHP'nin eleştirilmesi gereken temel yanlışı; 2019 seçimlerini bir kurtuluş yolu olarak görmesi ve tabanını bu mücadeleye yöneltmeye çalışmasıdır.

Çok net olarak söylüyorum; Türkiye'nin, sonu her türlü felaketle bitebilecek bir iç-savaşa sahne olmasını istemiyor veya hangi konjonktürde olursa olsun gerçekleşebilecek kaos ortamlarından uzak olmasını istiyorsak CHP'ye bu yanlışını anlatmak zorundayız. Önümüzdeki bir buçuk yıllık süreçte CHP'nin yoğunlaşması gereken tek şey YSK yönetiminin tamamının değiştirilmesi, seçim sisteminin ve teknolojisinin tamamen şeffaf ve izlenebilir hale getirilmesi olmalıdır. Bu çalışmalar; aday belirleme, seçim bildirgeleri ya da propagandaları hazırlamaktan çok daha önemli ve yaşamsaldır. Ve elbette ki haksız yere hapsedilmiş siyasi parti yöneticilerinin, milletvekillerinin özgürlüklerine kavuşabilmeleri ve seçimlere katılabilmeleri için mücadele edilmesi de bir diğer yaşamsal konudur.

Bu eksenin dışında dile getirilecek her türlü eleştiri ve yorum; tali yollara ve hatta çıkmaz sokaklara sapılmasına yol açacak ve kaosun her alanda derinleşmesi dışında hiçbir fayda sağlamayacaktır.

İktidarın yapmak ve yaptırmak istediği şey de tam olarak budur.