Dünya Türk girişimcileri kurultayında konuşma yapan cumhurbaşkanı, konuşmasının bir bölümünde, dün (25.03.2016) mahkemesi olan gazeteciler Can Dündar ve Erdem Gül’ün duruşmasına giden Elçi ve konsoloslar için oldukça sert konuştu.

Konuşmasının mahkemeyle ilgili bölümünde; “Dün malum bir gazetecinin mahkemesi vardı. Bu yargılamaya katılanların durumu çok önemli. İstanbul’daki konsoloslar mahkemeye geliyor.

Siz kimsiniz ya, sizin ne işiniz var orada? Yani diplomasinin de bir edebi var, adabı var. Burası senin ülken değil, Türkiye.

Sen konsolosluk binası veya konsolosluk sınırları içerisinde hareket edebilirsin, diğerleri izne tabidir. Bunlar kalkıp bu ülkenin içerisinde bir gövde gösterisini yapabilecek kadar haddi tecavüz edebiliyorlar. Oynanan oyunun tarzını göstermesi bakımından bu çok önemli.

Demokrasi, insan hakları, özgürlük, seçim laflarını dillerinden düşürmeyenlerin, halkın desteğini alarak iş başına gelenlerle darbeciler karşı karşıya geldiğinde tercihlerinin hangisinden yana olduğunu hep birlikte takip ediyoruz, görüyoruz.” Diyordu.

Mit tırlarıyla ilgili haber yaptıkları için, devletin sırlarını açığa çıkarma ve ajanlık suçlamasıyla yargılanan gazetecilerin duruşmasına, ABD, Almanya ve Kanada’nın Büyükelçileri, Hollanda, İngiltere, Belçika, Çek Cumhuriyeti, Rusya, İtalya, Avusturya, Polonya’nın da İstanbul Başkonsolosları katılmıştı.

Duruşmayı önemsemelerinin nedeni, Türkiye’de düşünce ve basın özgürlüğü konusunda uzun zamandır tereddütlü olduklarındandı. Gazetecilerin olur olmaz nedenlerle tutuklanmaları, cezaevlerine koyulmaları, tutuklanan herkes için “tutukluluğun” cezaya dönüştürülmesi gibi nedenlerle oluşan, “Türkiye’de düşünce ve basın özgürlüğünün kısıtlanması” yönündeki endişelerini çoktandır dillendiriyorlardı.

Cumhurbaşkanı da bu ilgiden rahatsız olmasının nedeni de bu tür söylentilerin çoğalması ve ilgili devletlerin bu konuyu elçilik ve konsolosluk düzeyinde araştırmak istemesindendi.

Ancak küçük bir detay gözden kaçırılmıştı.

Gerek elçiler gerekse konsoloslar için, yasalarımızda, açık olan duruşmalarını izlemeyi yasaklayan veya izne tabi kılan bir madde yoktu.

Ayrıca Türkiye’nin de taraf olduğu ve 04.09.1984 tarihinde bakanlar kurulu kararıyla kabul edilen, 18 Nisan 1961 tarihli uluslar arası diplomatik ilişkileri düzenleyen Viyana sözleşmesine bağlı kalmak zorunluluğu da var.

Bakanlar kurulu kararıyla uygulamayı kabul ettiğimiz ve resmi gazetemizde yayınladığımız Viyana sözleşmesi hükümleri gereği, elçiler ve konsoloslar bulundukları ülkenin her koşulunu araştırmak ve ülkesine bildirmekle mükelleftir.

Yabancı ülkelerde bulundurduğumuz elçi ve konsoloslar da aynı koşullar altında çalışmakta, mahkemelere katılmakta ve ülkesini bilgilendirmektedir. Elçilik çalışanları ve konsolosların bu tür faaliyetleri için izin alma zorunlulukları da bulunmamaktadır.

Cumhurbaşkanımız elbette ulusal ve uluslar arası tüm yasaları bilemeyebilir. Yüksek maaşlar vererek danışman ve baş danışman olarak yanında çalıştırdıkları ne yapıyorlar? Onlar sadece maaş almasını ve gerektiğinde yağ çekmesini mi biliyorlar?  Neden cumhurbaşkanını böylesi önemli bir konuda uyarmadılar?

Uluslar arası krize neden olabilecek kadar önemli bir konuda uyarı yapmıyorlarsa ya cumhurbaşkanının zor duruma düşmesini istiyorlar ya da görevlerine ve derslerine iyi çalışmıyorlar. Diğer bir olasılık da cumhurbaşkanının bu konuda hiçbir danışmanına danışmamış olmasıdır.

“İzine tabi” olduklarını, “gövde gösterisini yapabilecek kadar haddi tecavüz” ettiklerini söylemesi konuyu bilmediğini, Viyana sözleşmesinden bihaber olduğunu gösteriyor. “Siz kimsiniz ya, sizin ne işiniz var orada? Yani diplomasinin de bir edebi var, adabı var. Burası senin ülken değil, Türkiye.” Cümlesi ise öfkesini gösteriyor.

Öfkenin nedeni belli. Mit tırları.

Mit tırlarıyla ilgili olarak başbakan, bir televizyon programında yeteri kadar bilgi vermiş, nereye gittiklerini, ne taşıdıklarını açıklamıştı.

Başbakanın Mit tırlarıyla ilgili açıklama yapmış olması, konunun devlet sırrı olmadığını, açıklanabilir olduğunu gösteriyor.

Başbakanın açıklamaları doğrultusunda devlet sırrı olmadığını öğrendiğimiz bir konuda ajanlık yapılabilmesi de mümkün olamayacağından, gazeteciler Can Dündar ve Erdem Gül’ün aynı doğrultuda yargılanmaları da mümkün olmayacağını düşündürüyor.

Mahkemede davacı taraf cumhurbaşkanı ve Mit.

Cumhurbaşkanı, Mit tırlarıyla ilgili haber çıktığında Can Dündar için; “Bu haberi yapan kişi bunun bedelini ağır ödeyecek, öyle bırakmam onu” diyerek, gazeteciyi daha dava öncesi tehdit etmişti. Bunu söylediği zamanlarda, yapılan Mit tırlarıyla ilgili haberin suç teşkil edip etmediği konusunda bilgisi var mıydı? Bilemem. Elçi ve konsoloslar için söylediklerine bakılırsa bu konuda da yeteri kadar bilgisinin olduğu konusunda kuşkularım artıyor.

Öfke, dava öncesi söylediklerinden kaynaklanıyor. “Öyle bırakmam onu” diye ağızdan çıkan lafın gereği yapılmalıdır. Bunun yapılmasına elçi ve konsoloslar da engel olmamalıdır.

Cumhurbaşkanı, öncelikle, benim Google’a sorup öğrenebildiğim konularda bile kendisini bilgilendirmeyen danışmanlarının işlerine son vermeli, maaşlarını kesmeli hatta onları eksik uygulama ve hatalı davranarak devletin şahsiyetine zarar vermeye sebep olmaktan tutuklatıp yargılatmalıdır.

Cumhurbaşkanı, İstanbul büyük şehir belediye başkanlığı döneminde, kendisini ziyaret eden başta ABD olmak üzere birçok ülkenin konsoloslarını da unutmamalıdır.
_______

Viyana sözleşmesi;

https://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/KANUNLAR_KARARLAR/kanuntbmmc068/kanuntbmmc068/kanuntbmmc06803042.pdf