Bizlerden kastım Kürtlerin Kürt olmaktan doğan tüm haklarının iadesini savunan barış taraftarlarıdır. İktidarın piyasaya sürdüğü “Kürtlere bir şey verilmeyecek” düsturunu kitlelere anlatacak 63’ler değil. Biz barış taraftarları silahsız savaşmasını beceremiyoruz. Kaçtır tescilleniyor bu. Barış sözcüğünü duyunca ya zafer elde edildi kanısına kapılıyoruz ya da yenildik bu kadarmış kanısına. Tanımsız bir rehavet. Öyle bir rehavet ki masaya oturmaya mecbur kalmış iktidara tekrar eski haline dönme cesareti veriyor.

İktidar önce ortalığa onur kırıcı bir laf atıyor, tepki almayınca bir ötesine geçiyor. En son işi akla mantığa sığmayacak söylemlerde bulunmaya getiriyor. Yüklendikçe yükleniyor. Örneğin newrozda kararlı milyonluk Kurdi nümayişi görünce birden “alanda Türk bayrağı olmalıydı” diyor temel meselenin Türk bayrağı olduğunu bilmiyormuş gibi. 300 tane ırkçı prof, akademisyen, yazar kalkıp “anayasadan Türklük adı çıkarılamaz” diyor iktidar da anayasa taslak metnine “Türk milleti” tabirini koyuyor temel müzakere edilenin başında bunun geldiğini bilmiyormuş gibi. “Silahsız çıkacaklar” diyor eline silah alanın silahı niye aldığını bilmiyormuş gibi.

Velhasıl işi öyle bir noktaya getiriyor ki karşısındakilerin de dengesini bozuyor. Dengemiz bozuluyor. Örneğin hiç gereği yokken, bayrak tartışması da sönümlemişken durduk yere Türkün efendilik hassasiyetine yönelik Amed belediye binasına Türk bayrağı ası veriliyor. Lafı dahi edilmezken bir anda kendimizi “silahsız nasıl çıkılır acaba?” tartışmasının içinde buluyoruz. Murat İzoller katledilirken, üniversitelerde Kürt öğrenciler doğranırken, Hizbulkontralar tekrardan piyasaya sürülürken hassasiyet diye gerekli tepkiyi gösteremiyoruz.

FAZIIIIL NERDESİN?

Bizdeki barışa yönelik bu hassasiyet onlardaki efendilik hassasiyetini arttırıyor. Önce Özkökler kurnazca “Bu ülkede ‘Türk’üm’ diyebilmek, ‘Kürt’üm’ demekten daha zor bir hale gelmişse... yarın öbür gün batıda Kürtlere saldırılar olursa” diye ortaya hassasiyet pası atıyor. Feridun Düzağaç “Türküm demeye korkar oldum” diyerekten bu pası alıyor. Ve Hasan Celal Güzel, “anayasadan Türklük çıkarılırsa elime silah alıp dağa çıkacağım. Üç kuruşluk peşmerge yapıyor da ben yapamayacak mıyım” diye Feridun’dan aldığı topu havalandırıyor. Gölü atmak da Fazıl’a düşer herhalde. Fazııııl nerdesin?

Karşıt argüman öne sürmekte insanı çaresiz bırakan bir hassasiyet bu. “Bre TC Hasan, senin efendiliğin sürsün diye, başkalarını ilelebet ezeceğim diye eline silah almanla peşmergenin kölelikten kurtulmak için eline silah alması aynı şey mi?” desek ne işe yarar. Veya “seninki kocaman bir yalan ama istiyorsan gerçek var. Kürtler her sabah ‘Türküm, varlığım Türk varlığına armağan olsun’ dememeye korkuyorlar hala. Buyur gerçek” desek anlar mı Feridun? ‘Özkök, senin içtiğin şarap kan kırmızı. Saf kan olmasın diye duacıyız, bilesin’ desek.

AMACINIZ FAŞİSTLERİ İKNAYSA ÖNCE KENDİNİZİ İKNA EDİN

Sadece bunlar mı? Akit’in İdris Naim Şahin’i karşımıza akil diye çıkıyor. Bu ırkçı-faşist zat gidip kendi benzerlerini ikna edecekse amenna. Ama yok o bizi ikna edecek anlaşılan. Batman’a giden AKP’li grup Batmanlılara “biz Türk faşizmine de Kürt faşizmine de karşıyız” diyor. “Kürt faşizmi neyin nesi, Kürtlerin faşizmle alakası sizin faşizminize maruz kalmaktan başka ne ola ki?” diye soranımız yok. “Amacınız faşistleri iknaysa -ki olsun- önce kendinizi ikna edin. Sahi siz haklarımız konusunda ikna oldunuz mu ki? Ha illa başkalarını ikna edecekseniz buyurun Karadeniz’e, Ege’ye gidin” diyemiyoruz.

Enteresan bir şark kurnazlığı karşısında aciz kalıyoruz vesselam. Helalleşme deyince herkesi kendimiz gibi görüyoruz. Bir anda kalplerimiz gevşiyor. Kırk yıllık kardeşmişiz gibi katillerimize sarılıyoruz. Safız. Çok sonradan kirli oyunlarını fark ediyoruz. Hayal kırıklığına uğruyoruz, travma yaşıyoruz… yıllar yıllar sonra toparlanıp yeni bir isyan başlatıyoruz. O yüzden söyleyen üstüne basa basa söylemek zorunda kalıyor: “Bu bir son değildir, yeni bir başlangıçtır. Bu mücadeleyi bırakmak değil yeni bir mücadelenin başlangıcıdır”. Anlamakta güçlük çekiyoruz. Silahsız savaş bize göre değil. Alavere dalavereleri bize belletecek kirli devletlerimiz ve devlet görevlilerimiz olmamış. Siyasette dönen çakallıkları bilmiyoruz.

Ama tümüyle silahsız da değiliz. Elimizde güçlü bir silahımız var. İçinde ateşli silah olmayan kendisi büyük bir silah olan eylem. Serhildan. Açlık grevi günlerindeki gibi. Pes etmeyen, direngen, sürekli… efendilerin faşist hassasiyetini yerle bir eden, onları masaya ciddiyetle oturtacak bir serhildan. Bunun için fazlasıyla nedenimiz var. Bir Murat İzol ya da Hizbullahçıların önünde ellerinde sopalarla öğrencilere saldıran polis fotoları buna nedendir. Onurlu bir barış ancak böyle bir hassasiyet ile mümkün olabilir.