Malum dün 8 Mart 'Emekçi' Dünya Kadınlar Günü idi.

Emekçiyi tırnak içine özellikle aldım ki, çıkış felsefesine saygısızlık etmeyelim diye.

Türlü STK’lar açıklamalar yaptı. Çelenkler bırakıldı Atatürk anıtı önüne. Her yılki körler sağırlar durumu işte…

İki gün öncesinden yasak savar bir yasa çıkarıldı. Ha, iyidir, hoştur, hiç yoktan iyidir de diyebiliriz. Ama eksiklerini de söylemek boynunun borcu birilerinin, söyleyenlere de laf etmek anlamsız.

Meclis’te tartışmalar çıktı; tasarıda kadın arka plana atılmış, aile ön plana çıkarılmış nev’inden.

‘Femen’ grubu İstanbul’a geldi. Malum Ukraynalı ve soyunarak kadın eylemleri yapan grup. Neymiş efendim bir iç çamaşırı firmasının davetlisi olarak gelmiş. Soyunarak kadın eylemi yapmanın anlamlılığı ve anlamsızlığı bir yana, insanın kafasında soru işareti oluyor ister istemez, ya hu bunlar zaten giyinmiyor ki diye.

Efendime söyleyeyim, bazı yazarlarımız açıklamalarda bulundular, yasayla iş olmaz eğitim şart gibilerinden. İyi hoş da güzel kardeşim, toplumu eğitmek kısa vadede olacak bir şey mi, o zamana kadar ne yapsın bu kadınlar demezler mi adama? Eğitimsiz bir toplumu korkuyla, tehditle Allah ne verdiyse yöneteceksin işte. Adına yasa mı dersin artık, başka bir şey mi önemi yok.

Her yıl olduğu gibi Türk kadının aslında taaaaa atadan dededen saygı gördüğü unutulmadı. Dini tarafı ağır basan STK’lar Türk medeniyetinin önüne İslam’ı da eklemeyi es geçmedi haliyle.

Bir de ‘Seçilmiş Kadınlar’ımız vardı, onlar da STK imiş. Kim seçmiş, niye seçmiş, ne zaman seçmiş, ‘seçilmiş’ kadın ‘seçilmemiş’ i (o da kimse?) görür müymüş bilinmez ama; gözü kör olası soru işareti geldi çöreklendi yine beyinlere (en azından bazılarına) sanki bizim kadın dernekleri yıllardır ‘seçilmiş’ davranmadı mı diye.

Davrandı, davranmaz olur mu. Şık mı şık konferans salonlarında, öncesinde gidilen kahvaltıları unutmamak lazım, zaten ‘bilen’ kadına zaten ‘bildiklerini’ anlatıp, şiddet görmüşlere, eğitim görmemişlere, evden atılmışlara, sığınma evlerine atılıp sonradan ne yaptığı sorulmamışlara, üzülüp durmadılar mı? O sırtında çalı taşıyan kadın fotoğraflarının mutlaka yer aldığı slaytları izlerken, kuaförden yeni çıkmış makyajları akmasın diye ağlamamak için kendilerini zor tutmadılar mı, adlarının önünde ‘seçilmiş’ ibaresi bulunmasa da, her haliyle ‘seçilmiş’ gibi davranan ‘kanaat önderi’ kadınlarımız?

“Kadınlar, bizim kadınlarımız” demiş ya şair.

‘Bizim kadınlar’a karanfil, gül fark etmez ‘çiçek’ olsun yeter, dağıttı sevgili emniyet.

“Çocuklar gibi şen olduk.” Ne mutlu kadınlar günü.

Biz de yani şurada boş yere ifrit oluyoruz, halbuki çiçeği alan memnun, veren zaten dünden memnun. Azıcık para gitti ya, olsun, sorgulamıyorlar yeter.

“Ve kadınlar bizim kadınlarımız:
korkunç ve mübarek elleri 
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle 
anamız, avradımız, yarimiz...”

Bizim kadınlarımız kocaman gözleriyle çiçeklere bakıyor. Çiçekler geleceklerini çalıyor.

Kadınlar, bizim kadınlarımız, ‘durmak yok çileye devam’ diyorlar da, ‘eyvallah’ı çekiyor.

Anamız, avradımız, yarimiz ama yol arkadaşımız olmayan bizim kadınlar.

Onlar ‘bizim’ olmaktan mutlu; bir türlü ‘kadın’ olamamışlar…

“Kadınlar, bizim kadınlarımız…”

Heyhat…