2020 yılında en az 2427 işçi iş cinayetlerinde hayatını kaybetti. Aşağıdaki tablo sağlık bakanlığının turkuaz tablosuna benzemez. Veriler ulaşılabilen gerçek rakamlardır.

2020 yılında Covid-19 salgını bütün yoksul insanları ve çalışma yaşamında emekçileri riskleriyle baş başa bıraktı. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisinin tespitlerine göre 741 işçi Covid-19 nedeniyle hayatını kaybetti.

Evde kalmaları bir anlamda ‘yasak’ olan inşaatlarda, atölyelerde, fabrikalarda, tarım alanlarında, hastanelerde, madenlerde göçük altında kalan, yüksekten düşen, ezilen, kuryelik, taşımacılık yaparken yollara savrulan, fazla çalıştırıldığı için stresli ortamlarda kalp krizi geçiren, işsizlik yada işten atılma nedeniyle hayatına son veren 1686 emekçiyi kaybettik.

Verilere göre Covid-19 nedenli ölümler iş cinayetlerini yüzde 30 artırdı.

İstatistiklere yansıyan her bir rakamın insan olduğunu, her insanın hayatında eşi, çocukları, sevgilileri, anneleri, babaları, yakınları, dostları olduğunu unutmayalım. Kısa süren hayat hikâyeleri var.

Sakarya'daki havai fişek fabrikasında 7 işçinin hayatını kaybettiği patlamada yaşamını yitiren Erhan Ateş'in eşi böyle seslenmişti: "Ben 7 gün 7 gece yemedim içmedim eşimi bekledim. Ne yaşadığımı ben biliyorum, bir de Allah biliyor. 7 gün sonra bana bir tabut getirdiler, 15 dakika kapımın önünde durdu, başka durmadı benim eşim. O da eşim miydi… Olsun ben kendimi onunla avutuyorum 2 çocuğumla. Ben de oranın işçisiydim, oranın yemekçisiydim. Ama bütün yaptığım haram zıkkım olsun. Sadece Allah'tan, sizlerden tek istediğim adalet. Eşimin hakkı kaybolmasın, adalet istiyorum"

2020 verilerine göre yaşamını kaybeden mülteci/göçmen işçilerin ölenler içindeki oranı yüzde 4.16. 101 insan hayatını kaybetmiş. 48 işçi Suriyeli; 28 işçi Afganistanlı; 5 işçi Türkmenistanlı; 4’er işçi Gürcistanlı ve Özbekistanlı; 2’şer işçi Azerbaycanlı, İranlı, Rusyalı ve Ukraynalı; 1’er işçi Bulgaristanlı, Iraklı, Nepalli ve Pakistanlı.

Bunların hayat hikâyesi tam bir dram. Kendi ülkesinde savaş, açlık, yoksulluk, nedeniyle kaçarak hayatta kalma mücadelesi verirken başka bir ülkede en ucuz ve en ağır işleri yapmak zorunda iken, ırkçılığa, ayrımcılığa uğramış, dışlanmış, ötekileştirilmiş durumda ölmek…

2020 yılında iş cinayetlerinde ölenlerin yüzde 95,51’i sendikasız, yüzde 4,49’u sendikalı. Demek ki örgütlü olmak kısmen de olsa yaşam hakkının da güvencesi. Her ne kadar sarı sendikalar iş cinayetini iş kazası olarak niteleseler dahi bu durum böyle.

Sakarya'nın Hendek ilçesinde, 7 işçinin hayatını kaybettiği, 127 kişinin yaralandığı havai fişek fabrikası patlamasıyla ilgili davanın ilk duruşması da bütün iş cinayetleri davasının başlangıcında ne yaşanmışsa yaklaşık aynı oldu, durum değişmedi.

Polisler, jandarma, telsiz sesleri, yürüyemezsiniz anonsları, mahkeme salonuna alınmayan yakınları ve ertelenen duruşmalar.

Hatun Tepeçınar şöyle diyordu: "Ben basına duyuracağım sesimi. Kapatmayacak. Türkiye duyacak, dünya duyacak. Parası olan kazanmayacak bunu. Üç kuruş için fabrikada kölelik yapanlar kazanacak. Kardeşimi kaç parça aldım ben kaç parça! Halden anlayın. Basın görecek, her adımımı takip edecek. Türkiye duyacak Türkiye! Parası olan üç gün yatıp çıkmayacak! 6 ay oldu, yemiyorum, içmiyorum, uyumuyorum. Kardeşimi kaç parça aldım. Dikip önüme koydular. 10 kişiyle mahkeme yapıyor. Beni dinleyecek. Parası olan konuşmayacak. Param yok konuşacağım, bu devletin milletiyim, konuşacağım. Bu kanun, adalet, parası olanı dışarı atmayacak. Kimse önümüze geçmesin, kimse susturmaya kalkmasın”.

Bu sesi havuz medyası duymadı, yazmadı, Çalışma bakanı duymadı, mecliste iktidarı destekleyen AKP, MHP, milletvekilleri duymadı.

Çünkü devlet, kanunlar, işverenler ve hatta sarı sendikalar konuyu iş kazası ve nihayetinde kader olarak tanımlıyor. Böyle bir yaklaşımın sonucundan adalet çıkmıyor. Bir takım tedbirsizlikler nedeni ile verilen cezaları saymaz isek, tam bir cezasızlık haliyle karşı karşıya kalıyoruz.

Pandemi döneminde çok daha net olarak gördük ve yaşadık ki; Küresel kapitalizm gelinen noktada insanlığın geleceğini, canlılığın geleceğini, doğanın geleceğini yok sayıyor.

Kar hırsına, üretim hırsına bir de otoriter rejimlerde gördüğümüz ahbap çavuş şirketleri ekleniyor.

Bu durumda; bize düşen görev, emekçilerden, halkımızdan, kadınlardan, ötekileştirilenlerden, yok sayılanlardan, bilimden akıldan, kendimizden yana taraf olmaktır…