ABD’nin çiçeği burnunda Ankara Büyükelçisi Frank Ricciardone önceki gün öyle bir çıkış yaptı ki, tıpkı Cem Yılmaz’ın Türktelekom Arena reklam filinde olduğu gibi, aynı anda iki ayrı kaleye birden gol attı. İlk golü yiyen hükümettir. Ve bu golün birçok açıdan anlamı bulunuyor. Sıralamaya çalışalım:

1) Ricciardone, AKP hükümetinin Ankara’ya atanmasını dört gözle beklediği bir isimdir. Daha önce görev yapmış olduğu için Türkiye’yi çok iyi tanıyan Ricciardone’nin AKP’ye yönelik bir önyargısı olmadığı söyleniyordu. Hatta Amerikan Kongresi’nin onamasını geciktirmesinin ardında onun iktidarla arasına gereken mesafeyi koyamayacağı, buna karşılık muhalefetle arasını hayli açacağı yolundaki kaygıların etkili olduğu söyleniyordu. Bülent Arınç, Hüseyin Çelik ve Beşir Atalay’ın peş peşe yaptıkları “sert” olarak tanımlayabileceğimiz açıklamalar onun iktidar partisi saflarında açık bir hayal kırıklığı yaratmış olduğunu gösteriyor.

2) Başbakan Erdoğan, daha Mübarek bırakıp gitmeden, Mısır başta olmak üzere bölge ülkelerinde halkların özgürlük ve demokrasi taleplerine ilgisiz kalamayacaklarını, bu ülkelerde yaşanan sıcak gelişmeleri “tribün”den izleyemeyeceklerini söylediğinde belli bir kesim “başka ülkelerin içişlerine karışma” olacağı gerekçesiyle kendisine karşı çıkmıştı. Buna karşılık, “demokrasi, temel hak ve özgürlükler” gibi konuların artık hiçbir ülkenin içişleri sayılamayacağına inananlar (bunlara kendimi de dahil edebilirim) kendisine destek vermişti. Bu tartışmaların hemen ardından Ricciardone’nin “basın özgürlüğü” gibi çok hassas ve temel bir konuda Türkiye’de yaşananlardan kaygı duyduğunu belirtmesi her şeyin altüst olmasına yol açtı. AKP yetkililerinin Amerikan Büyükelçisi’ni “Türkiye’nin içişlerine karışmak” ile suçlamalarının en azından ciddi bir tutarsızlık olduğu oratadadır.

3) Başbakan Erdoğan, Ortadoğu’daki son gelişmeler üzerine Amerikan Başkanı Obama ile bir zamanlar Turgut Özal’ın Baba Bush ile yaptığı gibi düzenli görüşüyor ve bu ilişkiyi bir halkla ilişkiler unsuru olarak kullanıyor. Ama Ricciardone’nin Washington tarafından anında arkalanan (zaten yönetimden bağımsız yapılmamış olduğu hemen sezilmiş olan) çıkışı, ortada resmedilmeye çalışıldığı gibi “eşit” bir ilişki olmadığını gözler önüne serdi.

Ulusalcıların yediği gol

Ricciardone yaptığı çıkışla ikinci golü ulusalcıların kalesine atmış oldu. Malum ulusalcı çevreler Ergenekon, Balyoz gibi soruşturmaların arkasında bir şekilde Washington’un bulunduğunu düşünüyor. Hatta bunları salt bir “Amerikan komplosu” olarak görenlerin çoğunlukta olduğunu bile tahmin edebiliriz. Bu bakış açısı polisin bastığı Odatv internet sitesinde baskındı. Hatta baskının, Ergenekon sürecine Amerikan ajanlarının dahil olduğunu kanıtladığını iddia ettikleri videoyu yüklemelerinin hemen ardından yapılmasının kesinlikle raslantı olmadığını iddia ettiler.

Her ne kadar dünkü ikinci açıklamasında bir ölçüde geri adım atmış olsa da Ricciardone’nin Odatv baskınından duydukları rahatsızlığı ifade etmiş olması ulusalcı saflarda önce şaşkınlık, ardından rahatsızlık ve sonuç olarak tam bir kafa karışıklığı yaratmış durumda. Kuşkusuz çoğunluk Amerikalıların samimiyetini ciddi olarak sorguluyor, fakat bu tür beklenmedik bir çıkışın altında neyin yattığını ve daha önemlisi bunun ne tür siyasi sonuçlara yol açacağını; bütün bunlardan Ergenekon ve benzeri süreçlerin nasıl etkileneceğini çok merak ediyorlar.

Gerçekten merak edilmeyecek gibi değil!