Devşirmelik; politik bir asimilasyondur, denilebilir ki bir insanlık suçudur.

Osmanlı Devleti'nin fethettiği topraklardan Hristiyan genç ve yetenekli çocukların toplanması, bu çocukların sıkı bir eğitimden geçirilerek üstün bir asker veya bürokrat oluşturulması sistemidir.

Bu sistem ile yetiştirilip bürokrat olan devşirmeler arasında; Rum Mehmed Paşa, Rüstem Paşa, Sokollu Mehmed Paşa, Kuyucu Murat Paşa ve Pargalı İbrahim Paşa gibi sadrazamlığa dahi yükselebilmiş isimler var. Hatta zaman zaman Osmanlı payitahtında padişahtan daha etkin olmuşlardır.

Doğrusu bunlar muhataralı konular. Tarihi değerlendirmeler üzerinden güncel politik analizlere girişmek sarih niyetinize bakılmaksızın sizi "ihanetçi" yapabilir. Bunu Türkiye'de yapıyorsanız eğer niyetinize bile bakılmaz, ölüme yolculuğu bile göze almanız gerekir.

Bu noktada Sevgili Hrant’ı hatırlatmakta fayda görüyorum. Cumhuriyetin miti olarak baş tacı edilen Sabiha Gökçen'in Ermeni devşirmesi olduğunu söylemesi mahvına yol açtı. Sarih niyetine bakılmaksızın "vatana ihanetle" suçlandı. Yargılandı ve kirli tarihine toz kondurmayan alçaklar tarafından öldürüldü.

***

Kendin olmadan başkası olmak, başkası olarak yaşamayı kabullenmek, etnik ve dini bütün aidiyetlerden azade yaşamı içselleştirmek hayli esrarengiz. Doğrusu bu kadar kendinden emin dönüşümün cezbedici olduğunu düşünüyorum.

Cezbedici çünkü; çocukken devşirilenlerin masumiyeti, menfi hislerle "devşirilmeye müsait" olanların ihaneti beni hayrete düşürüyor.

Köksüz bir ağacın hayata tutunmasıdır devşirmelik. Köksüz olduğu için de toprağın ıslağına ihtiyaç duymaz. Bu nedenle toprağa karşı kinin ve nefretin esiri olur.

Bu bakımdan, Kuyucu Murat Paşa'nın zalimliği, Sabiha Gökçen'nin soğukkanlı nefreti, İdris-i Bitlîsî'nin ömrünü Osmanlı'nın zulmü için feda etmesi, Kürtlerin iştirakiyle Alevilere karşı "inanç kırımına" öncülük etmesi sorgulanmaya değer.

Bereketli bir ekin tarlanın zamansız hasat edildiğini, pervasızca heba edildiğini görmek için bu sorgulamanın faydalı ve kıymetli olduğuna inanıyorum.

***

Sabiha Gökçen'in soğukkanlı nefreti:

"Muhasama meydanında canlı hedef üzerine bomba atmak insana hiç acımak hissi vermiyor. İnsan yalnız vazifesini görmek için aramayı, vurmayı düşünüyor."

"Ulusal Kurtuluş Savaşı gibi bir tarih destanı yazan, bu uğurda hiçbir özveriden çekinmeyen, kendi topraklarının sınırını kanla çizen bir ulusu bölmeye, onu yeniden bir serüvene sürüklemeye hiçbir güç yetmeyecektir."

"Atatürk’ten aldığım direktif üzerine, şayet uçağımız düşecek olursa derhal silaha sarılacak ve asla asilerin eline sağ olarak geçmeyecektim! Önce onlarla dövüşecek sonra da son kurşunu kendi beynime sıkacaktım."

***

Kuyucu Murat Paşa'nın zalimliği:

Anadolu'da çıkan Celali Ayaklanması'na karışan isyancıları idam ettirmesi ile tanınan Bosnalı Hırvat asıllı devşirme Kuyucu Murat Paşa'nın hayatı da başka bir karanlığın resmi.

"Kuyucu" lakabını öldürttüğü Celalî isyancılarının ve onların destekçilerini ölü ve diri derin kuyulara gömdürmesi nedeni ile almıştır.

Yıllarca Anadolu'da öldürttüğü kişilerin kellelerinden yaptırdığı piramitler bir korku hikayesi olarak anlatıldı.

Kendi zamanının, zulmün ve zorbalığın efsanesiydi!

Çok soğukkanlı, çok gaddar ve amansız olduğu muhakkaktı. Yaşa başa bakmadan; çocuk, yaşlı, erkek, kadın, Celali isyanına destek verdiği kabul edilen herkesi öldürtmeyi amaç edinmişti.

Kan tutkusu gözlerini mi kör etmişti, yoksa şuursuzluğu bir zanaat mı biliyordu, bilinmez ama "devşirmelik tezgâhının" insanı İnsanlıktan ettiği kesindi.

Bu "kamu düzeni" palavraları nihayete erdiğinde, Anadolu'da öldürttüğü kişi sayısının 30.000 kişiyi geçtiği bildirilmektedir.

***

Ve İdris-i Bitlîsî'nin amansız ihaneti:

İdris-i Bitlîsî' veya Bitlisli İdris, Kürt asıllı Osmanlı devlet adamı.

Osmanlı padişahı II. Bayezid tarafından İstanbul'a davet edilen İdris-i Bitlîsî, "ihanetin altın çağını" I. Selim döneminde Osmanlı siyasetinde aktif bir rol oynayarak yaşamıştır.

Çaldıran Muharebesi'nden sonra Doğu ve Güneydoğu Anadolu vilâyetlerinin savaş olmaksızın Osmanlı yönetimine geçmesi için görevlendirilmiş ve bunda başarılı olmuştur.

"Ağacın kurdu olmasa ağaç çürümez" sözü de bu rivayetin manasına denk düşüyor.

Safeviler ve Osmanlıların arasındaki ihtilâflar sonucu 1514 yılında I. Selim ordusu ile Safevi topraklarına girdi ve Kürtleri Osmanlı safında yer almaya teşvik etmek için İdris-i Bitlisî'yi bölgeye yolladı. İdris-i Bitlisi bölgedeki Kürt topluluklarının çoğunluğunun desteğini almayı başardı.

İdris-i Bitlisi Farsça yazdığı Selimname eserinde Kürtleri Kızılbaşlar ile savaşa teşvik ettiğini, onların da kılıç zoruna Anadolu'yu Kızılbaşlardan temizlemek için yemin ettiklerini ve bu arada 40 bin Kızılbaşın (Alevinin) öldürüldüğünü yazmıştır.

***

Bugün bile hayatlarını devşirmelik üzerine idame eden, yazan, çizen, entelektüel safsatalarla düzene kanat geren insanların ruh halini merak ediyorum.

Kan gövdeyi götürürken, benim devletim iyi bir devlet, benim devletim şefkat timsalidir diyen Kürt asıllı Orhan Miroğlu'nun garip, acınası ruh halini merak ediyorum.

"Bu ülkenin milli değerlere bağlı bir iktidarı var lakin milli değerlerden yoksun bir muhalefeti olduğu için sıkıntı yaşıyoruz" hissiyatını hayret verici bir pervasızlıkla dile getiren Ermeni asıllı Markar Eseyan'ın sefaletini merak ediyorum.

"Bana Türk ulusuyla Kürt milliyetinin eşit, eş değerde gördüremezsiniz" diyen Boşnak asıllı Birgül Ayman Gülen'in hırçın ve zorba ruh halini merak ediyorum.

Merakımı mazur görün, niyetim sarih. Bu yazıdan sonra beni tesiri altına alan duyguları sorarsanız, bilincimdeki tohumları, o aydınlık filizleri, zamansız bir fırtınanın heba etmesi gibi bir yıkım kaldı geriye.