Simon Stein 2001-2007 arasında İsrail’in Federal Almanya Büyükelçisiydi. Spiegel Medya Grubu’nun televizyonu Spiegel TV’nin Wochenspiegel (=Haftanın Aynası) programında onunla bir söyleşi yapıldı. 

Konu malum: Mısır...

Ancak eski büyükelçi Mısır’da olup bitenler üstüne bildiklerimizden  çok da fazlasını bilmiyordu. Bunu açıkça ve pek alçak gönüllü bir üslupla belirtti de. Anlaşılan Almancayı çok akıcı konuştuğu için ekrana konuk edilmiş...

Söyleşinin sonuna doğru bir siyasal güç olarak Müslüman Kardeşlerin Mısır’ın geleceğinde oynayacakları rol üstünde duruldu ve ardından söyleşinin ağırlığı “İslam ve demokrasi” sorunu, sorunsalı üstüne kaydı. 

Bu kadarla kalsaydı ve bundan ibaret olsaydı bu Tırmık’ta söz edilmesi gerekmeyecek sıradan bir söyleşiydi. Gel gör ki eski büyükelçi ardarda ilginç cümleler kurdu. Serbest çeviri ile aktarıyorum:

- Müslüman Kardeşler’in demokrasi anlayışı ile bizim (Batı Avrupa’yı kastediyor) demokrasi anlayışımız ne ölçüde örtüşür? Bu demokrasiden ne anladığımıza bağlı. Bu geçiş sürecinin sonunda Mısır’da nasıl bir demokrasi oluşacağını ne siz, ne ben biliyoruz.  Ama şunu söyleyebilirim. Bu gün ordudan sonra Mısır’daki en büyük örgütlü güç Müslüman Kardeşler’dir. Şu ya da bu ölçüde Mısır’ın gelecekteki siyasal yapısında rol alacaklardır. Mısır’ın geleceği üstüne konuşurken soru şudur: Mısır’da Taliban çizgisi mi egemen olacak Erdoğan çizgisi mi?  Sonunda Mısır bunlardan hangisine yönelecek? Taliban’a mı yakın bir çizgi olacak yoksa Erdoğan’a yakın bir çizgi mi? Biliyoruz ki Türkiye de “demokrasi ve İslam” konusunda zorluklar yaşıyor. Toplumda kadınların rolü, iktidar gücünün paylaşımında din ve devlet ilişkisi... Bütün bu sorular orada da henüz cevaplanmış değil...

*    *    *

Simon Stein berbat bir Yahudi milliyetçisi filan değil; dahası seçkin bir entellektüel, dengeli bir demokrat. Küçük bir bölümünü aktardığım söyleşide de nefret söyleminden titizlikle kaçındığı kolayca anlaşılıyordu. Olabildiğince sakin bir tavırla analizler yapmaya çalıştı... 

O yüzden ortaya attığı soruyu, “Taliban mı, Erdoğan mı” sorusunu önemsemek gerektiği kanısındayım. Ancak tartışma bence sorunun içinde “Erdoğan” geçiyor diye Türkiye ile sınırlanamaz. 

Sadece Ortadoğu, Orta Asya, Güney Asya,  Kuzey Afrika ve Batı Afrika’yı  kucaklayan coğrafyada 2007 verilerine göre 1,1 milyar Müslüman yaşıyor. Bu bölgedeki devletlerin pek çoğunda Müslümanların toplam nüfusa oranı yüzde 90’ın üstünde.  

Yani demin sınırlarını belirttiğim coğrafyada, haydi daraltalım, Türkiye’nin de içinde yer aldığı Ortadoğu’da İslam bir gerçek; daha cuk oturan Osmanlıca terimle söylersek bir vakıa. Salt dinsel değil, dinsel, sosyal ve... Ve evet siyasal bir vakıa...

Bu vakıa elbette iktidara da talip. Zaten bu ülkelerin pek çoğunda iktidarda. İktidarın dizginlerini henüz elinde tutamadığı Mısır’da, Suriye’de, Tunus’ta, Fas’ta, Cezayir’de iktidar için kıyasıya yarışıyor.

Gerçek buysa, ki bu, İsrailli diplomat Simon Stein’ın “Taliban mı, Erdoğan mı” sorusunu “Ha Taliban, ha Erdoğan. Al birini vur ötekine. Biri açık açık yapıyor, öteki şimdilik takiyye ile idare ediyor” yalınkatlığında yanıtlamak aslında sorudan yan çizmek, yanıtlamaktan kaçınmaktır.

Heykel yıkmak söz konusu olduğunda Taliban’a yakın duran Erdoğan ile, uluslararası finans sermayesi ile tam bütünleşme çabasındaki Erdoğan arasında; vesayetçi demokrasi dediğimiz sisteme epey sert yüklenen Erdoğan ile sistemi kendi vesayetine almak isteyen Erdoğan arasında; Anadolu’daki en ilkel ve vahşi tarikat örgütlenmelerini siyasal düzleme taşımaya çalışan karanlık ve kanlı örgütlerin oy verdiği Erdoğan ile finans ve sanayi sermayesinde birinci lige yükselmiş, orada da şampiyonluğa oynayan sermaye gruplarının desteklediği Erdoğan arasında Çin seddi yok. 

Tersine Erdoğan(giller)’da ifadesini bulan siyasal hareketin çeşitli yüzlerinden söz etmekteyiz.

Mısır olgusunun derinlemesine tartışılmaya çalışıldığı şu günlerde  Ortadoğu bütününde tırmanışa geçen siyasal İslam’ı derinlemesine tartışmak, çözümlemek (=analiz etmek) Türkiye solunun yakıcı görevi ve zorunluluğu olsa gerek...

Bunu yapmadan sövüp saymak eğer beyin tembelliği değilse siyaset denizinin sığ sularında oynamaktan ibaret bir kolaycılıktır...