Cumhuriyet tarihinin geleneksel "bıçak kemiğe dayandı" festivali gündemdeki yerini bir kez daha aldı. Bir kez daha aynı hatadan farklı sonuç alma yoluna gidildi.

"Bir kez daha inlerine girilecek ve darmadağın edilecek. Kalleş saldırılara müsamaha gösterilmeyecek, hainler misliyle cezalandırılacak."

Savaşı başlatanların yavruları envai türlü dalavereyle çürük raporu alıp, "hırsızlıkta ihtisas yaparken", ayakları lastik ayakkabıda pişen (kışın soğukta donan) Anadolu'nun fakir insanları, hiç yoktan ölüp gidecek.

Fakirler ölecek, zenginler ve ikiyüzlüler; vatan sağ olsun diyecek. Silah ve barut fakirin sırtında nasıl olsa, vur ha vur!

Cenazeler gelip, sinirler gerildikçe "metanetinizi koruyun, düşmana geçit vermeyin" uyarıları, en yüksek perdeden dillendirilecek. İkna için ( buna pekâlâ uyutmak da diyebiliriz) bu sözler yeterli gelmiyorsa, devreye şehit edebiyatı girecek.

"Savaşın gerekçesi sorulduğunda; artık bıçak kemiğe dayandı, sabrımız tükendi denilecek. Eli kanlı teröristler Türk milletinin gücünü test etmeye kalkıştı. Bunu bilmeliler ki Türk milleti vatan için can vermeyi kutsal sayan şanlı bir millettir. Bir karış toprak için gerekirse bütün evlatlarımız ölmeye hazırdır."

***

Dünyada siyasetin en kolay olduğu ülke Türkiye. Kırk yıllık Türk-Kürt savaşında siyasilerin gerekçeleri de, çözüm önerileri de bu minval üzerine oldu.

Kürtlerin hak talebi "bıçak", devletin ırkçılık paranoyası da "kemik" oldu. Kürtlerin hak talebi her defasında gelip devletin faşizmine dayandı. Kürtlerin isyanına "küstahlık" demeleri bundandır. Küstahlık; bir halkın temel hak ve özgürlüklerini gasp etmektir oysa. Bir halkın, varlığını bir başka halkın varlığına armağan etmemesini "ihanet" olarak görmektir küstahlık.

Peki "İslâm'i oryantalizmi" çözüm süreci diye halka sunan AKP, seçim zamanlarının ganimet aracından neden vazgeçti?

Hangi çılgın zincir vurdu, Tayyip Erdoğan'ın kardeşlik edebiyatına?

Kırk yıllık Türk-Kürt savaşının sulh yoluyla nihayete ermesine kim engel oldu? Savaşı kim başlattı; PKK mi yoksa süreci ben başlattım ancak ben bitiririm diyerek racon kesen Tayyip Erdoğan mı?

Bunu anlamak için tarafların (tabi Erdoğan'a göre "taraf" yok) pratiklerine bakmak gerekir.

Toplumsal barış pratikleriyle mümtaz bir değeri olan PKK lideri Abdullah Öcalan'ın 2013 Newrozunda beyan ettiği manifestonun bir bölümü şöyle; “Artık silahlar sussun, fikirler ve siyasetler konuşsun noktasına geldik. Yok sayan, inkâr eden, dışlayan modernist paradigma yerle bir oldu. Akan kan Türk’üne, Kürt’üne, Lazına, Çerkezine bakmadan insandan, bu coğrafyanın bağrından akıyor. Ben, bu çağrıma kulak veren milyonların şahitliğinde diyorum ki; artık yeni bir dönem başlıyor, silah değil, siyaset öne çıkıyor.”

Bu sözler Roboski katliamı sineye çekilerek söylenmiştir, bir bakıma AKP'ye toplumsal barış için verilmiş kredidir. 17500 faili meçhul cinayet memleketin Türk tarafına göre hurafedir, lakin Roboski öyle değil. Beyni örümcek ağlarıyla örülmüş olanlar bile bombaların paramparça ettiği insanlardan, katırlarla taşınan cesetlerden haberdar. Bunu en iyi o gece havai fişek patlatıp kutlama yapanlar bilir!

Tayyip Erdoğan, başkanlık hayali suya düştükten sonra; Kürt sorunu yoktur, Dolmabahçe mutabakatı yoktur, taraflar yoktur, müzakere yoktur diyerek, kendisi açısından "seçim zamanlarının ganimet aracı olan", esasında Türkiye halklarının yaşama umudu olan barış ortamını dinamitledi.

AKP'nin ve Erdoğan'ın çözüm süreci hususunda samimi olmadıkları, sadece seçim sonrasındaki tutumları göz önüne alındığında bile apaçık ortadadır. Selahattin Demirtaş'ın "seni başkan yaptırmayacağız" sözünü, süreci bozan bir tahrik olarak tasnif eden Yalçın Akdoğan'ın söylemi çözümsüzlüğün ilanıdır.

***

Bu keyfe keder savaşta PKK'nin hiç mi suçu yok peki?

Tam da bu noktada PKK'ye eleştiri yöneltmeden edemeyeceğim. KCK Eş Başkanı Bese Hozat “HDP'den bazı kişilerin AKP'nin oyununa gelerek, silah bırakmak için Apo'yu adres göstermeleri, büyük bir yanlıştır. Bu yaklaşımın son derece apolitik ve yanlış olduğunu dile getirdi."

HDP'nin yüzde 13'lük seçim zaferini ve Demirtaş'ın tartışmasız karizmasını, mukavim duruşunu göz önüne alıp okuduğum zaman ürperiyorum, zira AKP'de aynı şeyleri farklı argümanlarla dile getiriyor.

Diğer bir husus da Suruç katliamı sonrasında iki polisin evlerinde infaz edilmeleri ve bu infazları PKK'nin şehir örgütlenmesinin üstlenmesidir. Belki daha vahimi PKK'nin bu infazları bir hafta sonra inkâr etmesi, bu olayın karanlık bir girişim olduğunu vurgulamasıdır.

PKK'ye sormak istiyorum; yapmadığınız bir eylemi hangi gerekçeyle üstlendiniz, üstelik bunun karanlık bir eylem olduğunu bile bile?

Sizi zan altında bırakmak maksadıyla yapılmış bir eylemi anında açığa çıkaracak mekanizmayı niçin çalıştırmadınız?

Kulislerde PKK'nin terör örgütleri listesinden çıkması ciddi manada tartışılırken, hangi reel politika sizi Tayyip Erdoğan'ın savaş stratejisinin bir parçası yaptı?

Savaş stratejisinin parçası yaptı diyorum çünkü savaşın tek isteyeni ve tek fayda göreni var.

13 yıllık iktidar dönemi boyunca girdiği bütün seçimleri kazanmış AKP karşısında, bütün engellemelere rağmen muhteşem bir seçim zaferi kazanan HDP'ye siyaseten alan açmanız isabetli olmaz mıydı?

Seçim öncesi provokasyonları önlemek için mutlak eylemsizlik kararı alan ve stratejisini savaş tahriklerini boşa çıkarmak üzerine kuran, bu duruşla HDP'ye rahat bir politik manevra alanı açan PKK, seçimden sonra bunu yapamaz mıydı?

Seçim öncesi yenilgiyi tatmamış olan bir partiye karşı uygulanan başarılı strateji, seçim sonrası hezimete uğramış yaralı bir partiye karşı neden uygulanmadı?

Bunun uygulanmaması, AKP'nin savaş stratejisinin başarıya ulaşması anlamına gelmiyor mu? PKK açısından vahim bir başarısızlık değil mi, ve ciddi bir özeleştiri gerektirmiyor mu?

Kırk yıldır kemiğe dayanan bıçağın, kemiği kesip parçaladığı apaçık ortadayken, savaşın siyasetini yapan mukavemet çetelerinin kirli oyunlarına düşmemek ve bunları Türkiye kamuoyuna duyurmak kendine "demokrat" diyen her yurttaşın aslı görevidir. Bunun için de en başta PKK'nin çaba harcaması gerekir.

Savaş çığırtkanlarını teşhir etmek için son cümleleri Perihan Mağden'e bırakıyorum; "Yılmaz Özdil'le Tuğçe Kazaz, ortak bir düşmanlığın, nefret dilinin etrafında kenetlenmiş, Demirtaş'ın sazının sapını nereye sokacaklarını küfürleye dursunlar;

Gıcır gıcır, elden geçirilip pekiştirilmiş Gladyo'suyla filan, ortak paydası Kürt Nefreti, Misak-ı Milli sınırları takıntısı olan, yepyeni bir Milli Mutabakatımız oldu!"