Habertürk’ün bugünkü sürmanşetindeki fotoğraf yanlıştı. Olmamalıydı. Sebeplerini gazetecilik etiği açısından anlatabilirim, kötülüğün ve şiddetin sıradanlaştırılması bakımından anlatabilirim, kişisel rahatsızlık duygumdan söz edebilirim, insan bedeninin mahremiyetine saygıya, öldürülmüş kadının çocuklarının, sevdiklerinin haklarının ihlaline işaret edebilirim. Ama bunlar sabahtan beri “Ece Temelkuran ne diyorsun bu işe?!” diye internetten tepkilerini dile getirenlerin bilmediği şeyler değil. Bu fotoğrafın yayınlanmasından, gazete içi de dahil birkaç istisna dışında herkes rahatsız. Velhasıl o fotoğrafın yayınlanması yanlıştı. Nokta. Olmamalıydı.  

Meselenin benim için başka bir boyutu var. Tüm samimiyetimle söylüyorum, sabahtan beri bu fotoğraf üzerinden kendimle ilgili, gazetecilikle ilgili, Türkiye ile ilgili birçok şey düşünüyorum.

Birincisi çok rahatsız olanlardan kaçının ünlülerin internete düşen sevişme görüntülerini izlemediğini merak ediyorum. Mesele mahremiyet ise eğer. 

Sonra mesela, internetten fotoğrafa tepki gösterenlerden kaç kişinin kadınların nefret cinayetlerine kurban gitmesi ile ciddiyetle ilgilendiğini merak ediyorum.

Diğer yandan, 80’lerden beri her gece televizyonda, hem de yemek saatine denk gelen haber bülteninde yerlerde sıra sıra yatan Kürtlerin ölü bedenlerine bakarken bu kadar rahatsızlık duymamış olmalıyız ki hiçbir zaman onların, yani “ötekinin” ölüsünün resmedilmesi bizi bu kadar isyan ettirmedi.

Rahatsızlık duyanlardan kaçı gözlerinin önünde cereyan eden kadın-erkek kavgalarına müdahale etti? Kaçı sokakta dövülen çocukları annelerinin, babalarının elinden kurtarıyor? Bu ülke şiddete, şiddetin resmedilmesine bu kadar hassas mı gerçekten?

Bunlar memleket üzerine düşündüklerim. Gelelim kendime.

Resme bakınca başka birçok insan gibi çılgına dönmedim. Hem meslek hayatım boyunca daha kötülerini gördüm, hem de kendi geçirdiğim büyük ameliyat nedeniyle kan, kesik bunlar beni başkalarını tiksindirdiği kadar tiksindirmez. Fakat daha önemlisi bu ülkede bunların olduğunu biliyorum. Mesele şu:

Benim de gazeteye koymak istediğim resimler vardı. Koymadım. Koymadılar vesaire. Ama istedim yani. Önemli olan bu. 2003’de taş atan çocuklardan 6-7 yaşlarında olanları öyle beter dövmüştü ki polisler, kolları kırık, gözleri mor onlarcası karşıma dikildiğinde bu resmi herkesin görmesini istemiştim. Görseydiniz duygularınızı sömürdüğümü düşünebilirdiniz. Ben de karşılığında o günkü öfkemle “Bana ne kardeşim senin irite olmandan! Gerçek bu işte!” diye bağırırdım. Aynı günlerde polisin attığı gaz bombası mermisi beynine saplandığı için ölen genç çocuğun otopsi görüntüleri vardı elimde. Hala da durur o fotoğraflar. Onu mesela çok göstermek istedim insanlara. “Bakın! Başınızı çevirmeden bakın!” demek istedim. Bu iyi bir fikir miydi? Samimiyetle söylüyorum, bilmiyorum. Çünkü hangi savaş, insanların ölülerin fotoğraflarını görmesi sayesinde durdu. Belki eskiden insanlar sokaklara dökülüyordu Vietnam fotoğraflarını görünce. Şimdi sadece Türkiye’de değil bütün dünyada şiddet ve onun görüntülenmesi bambaşka bir boyutta. Kimse hiçbir şeyden ölesiye etkilenip bir şey yapmaya kalkmıyor. 

Yine de “görsünler ve sarsılsınlar” diye gazeteye bir şey fotoğraf koymak isteyebilirsiniz. Canınıza tak eder çünkü. Ama son kertede bakıyorum, biz bu fotoğrafları gösterince millet ayağa kalkıp Başbakanlık binasının önüne dikilip “Durdurun bu cinayetleri!” mi diyecek? Demeyecek. Sadece şiddetin normalleşme çıtası biraz daha yükselmiş oldu. Artık hepimizin zihninde ölü bir kadını sırtında bıçakla görmek “olabilecek” bir şey, “olmayacak şey” değil. Bu da bizim ruhumuz için kötü bir şey, nereden bakarsanız bakın. Böyle şeyler "olmayacak şeyler" olmalı bizim için, düşünmesi bile imkansız şeyler olmalı. Kötülük spekturumumuza bu da eklenmemeli. Bilhassa çocuklar görmemeliydi bunu. Şimdi insanlar kadın cinayetlerinden değil, manşetin vahşetinden söz ediyor. O vahşete biz de katılmış olduk yani. Kaldı ki insanları kadına karşı şiddetten değil manşetten söz ettirmek de yanlış yapıldığının bir göstergesidir.

Türkiye’de en az güvenilen kurum, benim okuduğum araştırmalara göre, basın. Dolayısıyla ne samimiyetten ne vicdandan bahsetmek bu genel imajı değiştiriyor. Durum maalesef böyle. O yüzden şimdi size bütün gazetenin içinde bu konunun ölesiye tartışıldığını, herkesin bu mesele için kafa patlattığını söylesem ne kadar etkisi olur bilmiyorum. Ama öyle. Bugün hepimiz sırtımızda bir bıçakla dolaşıyoruz yani. Yazı işleri dahil!