Bakmayın siz “zaten belliydi!” diye görüş beyan edenlere, Ortadoğu’daki halk ayaklanmalarının en çarpıcı özelliği hiçbirinin öngörülmemiş olmasıdır. İlk kıvılcımın Tunus gibi, çok fazla ilgi çekmeyen bir ülkede çakacağını kimse önceden görememişti. Tunus’un ardından “domino teorisi” her zaman olduğu gibi devreye girdi ama sıradaki ülkenin Mısır olacağı hiç tahmin edilmiyordu. Hatta ilk gösteriler başladıktan sonra da Hüsnü Mübarek rejiminin kolay kolay yıkılamayacağını savunan “uzmanlar” çoğunluğu oluşturuyordu. Aynı kişilerin, Mübarek’in rejimi içten restore etme girişiminin nafile olduğunu da pek anlayamadılar.

Devam edelim: Libya da çok büyük sürpriz oldu. Onca yıl Batı’nın ambargosu altında olmasına ve Washington’un elaltından yürüttüğü yıkıcı faaliyetlere rağmen ayakta kalmayı başaran, hatta daha sonra Batı ile ilişkilerini yeniden rayına sokmuş olan Muammer Kaddafi birdenbire gideceklerin ilk sırasına yerleşti. Bu durum onu ve yandaşlarını olduğu kadar düşmanlarını da şaşırtmışa benziyor.

Gençlerin denetlenemezliği

Ortadoğu’daki halk ayaklanmalarının ikinci önce çıkan özelliğine dün NTV’de Yazı İşleri’ne konuk ettiğimiz Filistinli gazeteci Yusuf el Şerif dikkat çekti. Uzun süre Türkiye’de El Cezire için çalışan ve bir süredir Dubai’de El Arabiya televizyonda editörlük yapan ve El Hayat gazetesinde yazan el Şerif, Tunus, Mısır ve Libya’da ayaklanmaların başını gençlerin çektiğini hatırlatıp mevcut rejimlerin bu gençlerle ilişkiye geçmesinin, onlarla müzakere etmesinin ve dolayısıyla onları ikna etmesinin imkansız olduğuna dikkat çekti. İmkansız çünkü bu gençlerin ortak bir ideolojisi, siyasi parti veya grubu ve nihayet lideri yok.

Yusuf el Şerif’in bu tespiti, Ortadoğu’da teker teker yıkılan ve yıkılacak olan rejimlerin yerini neyin alacağının belirsiz olduğu gerçeğini de gün yüzüne çıkarıyor. Evet söz konusu ülkelerde bazı siyasi grup ve partiler, sivil toplum örgütleri, meslek kuruluşları, sendikalar vb. mevcut ama tüm bu kurumların ayaklanan kesimlerle, özellikle de sözünü ettiğimiz gençlerle ne tür organik ilişkilere sahip oldukları bir muamma. Dolayısıyla Ortadoğu’da yeni iktidar yapılanmalarında örneğin İslami hareketlerin belli bir gücü olacağını kestirmekle birlikte buraların teker teker “şeriat düzeni”ne geçeceğini söylemek hayli abartılı olacaktır.

Washington’ın çaresizliği

Kuşkusuz Türkiye’de ve dünyada birçok kişi ve çevre, benim gibi, Ortadoğu’da son gelişmelerin “kendiliğinden” yaşandığına inanmıyor, inanamıyor. Bunların büyük bölümünün bütün olup bitenleri ABD’nin “Büyük Ortadoğu Projesi”ne (BOP) bağladıklarını biliyoruz. Hadi Libya neyse de Tunus’ta ve tabii ki Mısır’da rejimlerin değişmesini ve bu ülkelerin ne kadar süreceği belli olmayan bir belirsizliğe sürüklenmesini Washington neden isteyebilir ki! Daha ötesi, çanların, başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez ülkeleri için de çalmaya başlamasından en çok korkanların başında ABD’nin bulunduğu açık değil midir?

Kim ne derse desin, Obama yönetimin Ortadoğu’da gelişmeleri önceden tezgahlamış olduğunu hiç sanmıyorum. Amerikalılar Ortadoğu’daki gelişmeleri belirlemek ne kelime, onların peşinden sürükleniyorlar. Öyle ki peş peşe yaşanan köklü değişimlerin ABD’nin Ortadoğu’daki çıkarlarını çok ciddi bir biçimde tehdit ettiğini söyleyebiliriz.