Avrupa Komünizmi’nin kurucularından sayılan Antonio Gramsci (1891-1937)ye göre, İtalya’da kendini gösteren ekonomik kriz ve siyasi istikrarsızlığın “burjuva ve kapitalist sistem” içerisinde çözülememesi , İtalya Sosyalist Partisi ve işçi sınıfının 1917 Ekim’ine benzer bir işçi devleti oluşturamaması, devrimi başarıya götürmekte örgüt ve sınıfın ayak diremesi sonucunda faşizm ortaya çıkmıştır. İtalya’da burjuvazinin ve kapitalist sistemin gelişmişlik düzeyi, ortaya çıkan sorunları çözmeye yeterli gelmediği için, söz konusu sorunlar burjuva ve kapitalist sistemin demokratik ortamının dışında başka bir yolla, faşizmle çözülmeye çalışılmıştır.

1. Dünya Savaşı sonrasında İtalya, galip devletler safında yer almasına karşın savaş ganimetlerinden yeterince yararlanamamış, diğer emperyalist devletler gibi sömürgelerden yeterli payı alamamış ve gelişmiş olmayan sanayisi ve tarımsal çöküşle birlikte hızlı bir yoksullaşmaya ve siyasi istikrarsızlığa doğru yol almaya başlamıştır. Savaş halindeyken müttefik devletlerin yardımları sayesinde yaptığı harcamaları karşılayabilen İtalya, savaşın bitmesiyle bu destekten de mahrum kalmıştır. Bu istikrarsızlık döneminde iyice yoksullaşan işçi sınıfı ve köylülük sosyalistlerin de desteğiyle ülke çapında grevler ve toprak işgallerine başlamış, bu sebeple büyük sanayi burjuvazisi, mülk sahipleri ve küçük toprak sahibi köylülük de çıkan bu kaos ortamından sosyalistleri sorumlu tutarak Mussolini’nin faşist partisini kurtarıcı ve yatırımları koruyacak, istikrarı sağlayacak bir lider olarak görmüşlerdir. 1919’dan 1922’ye kadar süregelen dönemde değişen sayısız iktidar ve koalisyon bu istikrarsızlığa çözüm bulamamış ve kitleler sonucunda eli sopalı Duçe’nin partisine yönelmişlerdir. Sonuç olarak faşizm, “komünizm tehlikesine karşı” ülkeyi koruma yeteneği göstermeyen liberal ve demokratik ülkelerde, bir çaresizlik sonucu başvurulan bir yol olmuştur.

avrupada-fasizm

İtalya’da faşizmin iktidarından önceki 1919-1920 yılları arasında , işçiler ve köylülük arasında hızla yayılan sosyalist parti, genel grevleri, toprak işgallerini örgütlemiş, Torinodaki metal işçileri, işverenlere “fabrika konseyleri”ni kabul ettirebilmek için grevler düzenlemişler ve bu döneme sosyalistler, İtalya’nın kızıl yılları olarak adlarını yazdırmışlardır. Fakat sosyalist parti İtalya’da devrimi tamamlayamamış ve iktidarı işçi sınıfı ve köylülüğe devredemeyen sosyalistler gün geçtikçe zayıflayarak 3e bölünmüş , daha sonra Gramschi ve Togliatti gibi isimler İtalya Komünist Partisi’ni kurmuşlardır. Sosyalistlerin oyları 1919 da %35 ler düzeyinden 1924 seçimlerinde %6 ya düşmüştür. Bu süreçte Mussolini’nin faşist partisi ise 1919’da 17. 000 olan üye sayısını 1921’de 310. 000’e kadar yükseltmiş , hareket içerisinde, “sokak kavgası” için örgütlenerek “başarı gösteren” Kara Gömlekliler ya da Squadristi’ler adı verilen “vurucu güçler” kurulmuştur. Bu kara gömlekliler grevdeki işçilere saldırmış, sosyalist köylere baskınlar düzenlemiş, parti binalarını ve dernekleri bombalamış, siyasi cinayetler işlenmiş ve faşizmin sokak kuvvetini oluşturmuşlardır. 1921 yılından itibaren, faşizm kentlerdeki gücünü adım adım köylerde de göstermeye başlamış, sosyalist sendikaların yerini alan faşist sendikalar, örgütlerini köylere kadar genişletmişlerdir. İlk başta şehirlerde küçük burjuva unsurlardan uluşan faşistler daha sonra köylülük içinde de güçlenmeye başlamıştır. 1921 seçimleri öncesi kara gömlekliler ile Roma’ya yürüyen faşist hareket , seçimlerde 37 sandalye kazanmış , 1924 seçimlerinde ise %66, 5 oy alarak 375 milletvekili ile iktidara oturmuştur. 1925-1926 yılları arasında ise liberal anayasa ve tüm haklar lağvedilmiş, siyasal partiler kapatılmış, basın özgürlüğü kaldırılıp; Gramschi de ömrünün sonuna kadar içeride geçireceği hapislik günlerine başlamıştır. Faşist bir örgütlenme ve yönetim kuran Mussolini , 1935’de Habeşistan’ı işgali ve ardından da II. Dünya Savaşı’na girmesi ile çözülme sürecine girmiştir.

Bilindiği gibi , insanlığa sonsuz acılar yaratarak, arkasında milyonlarca ölü ve bir o kadar acı bırakan faşizm dünya savaşı sonrasında gerek partizan direnişleri, gerekse de kızıl ordunun Berlin’e kadar süren uzun yürüyüşü sonrasında dünyadan silinip atılmıştır. İtalya’da da faşizm, bir dünya savaşı ile başlamış ve yine bir dünya savaşı ile son bulmuştur

Bu uzunca girişten sonra faşizmin bugüne neler bıraktığına bakmak gerekiyor. Faşizm bunca acılardan sonra neden hala tarihin çöplüğüne atılamadı ve son 10 senede Avrupa’da yeniden yükselişe geçen faşist ve popülist hareketi neyi amaçlamakta ve geleceğe yönelik tasavvuru nedir?

İtalya’da Başbakan Mario Draghi’nin istifasının ardından yapılan seçimlerde Giorgia Meloni’nin liderliğini yaptığı “İtalya’nın Kardeşleri” Partisi iktidarda ve benzer şekilde 11 Eylül’de İsveç’te yapılan genel seçimlerde, hiç beklenmediği şekilde İsveç Sosyal Demokrat Partisi’nin 2014’ten beri yürüttüğü iktidar, Jimmie Akesson liderliğindeki “İsveç’in Demokratları Partisi”nin başını çektiği sağ koalisyon tarafından yıkılacak gibi gözüküyor. Benzer şekilde son dönemde bütün Avrupa ülkelerindeki sol veya demokrat iktidar koalisyonları , birer birer sağcı, neo faşist veya sağ blok tarafından ele geçiriliyor ve savaştan sonra kurulan Avrupa Sosyal Demokrasisi yıkılıyor gibi gözüküyor.

1990’lara kadar ABD, SSCB ve Çin üzerinden yürüyen dünya politikası ve politik merkezler bu tarihten sonra, SSCB’nin de yıkılmasıyla tek merkezli ve dünya politikasının ABD’nin neoconları tarafından belirlendiği bir sürece girmişti. Tarihin sonuna gelindiğinin vazedildiği ve savaşların bittiği, dünyadaki mücadelenin insanlığın refahı üzerinden olacağı neoliberal tezlerin üzerinden çok kısa zaman geçtikten sonra kazın ayağının böyle olmadığı bu sefer de düşmanın az gelişmiş ve özellikle Ortadoğu coğrafyasında gelişen “terörizm”e karşı “özgür ulus”ların mücadelesi olduğu hakim ideolojik yaklaşım olmaya başladı. Ortadoğu’yı alt üst eden sözüm ona “terörist” devletlere karşı mücadele kapsamında 2 kez düzenlenen Körfez Savaşları , ikiz kuleler saldırısı sonrası Afganistan, Libya, Mısır nihayetinde Suriye savaşı sonrasında bölge coğrafyası tarumar olmuş, milyonlarca insan ölmüş ve teröre karşı savaşın sonucunda ; gerçekten terörist ve insanlık düşmanı Taliban, El Kaide, İşid tarzı örgütler bölgeye egemen olmuştu. Milyonlarca insan kaybı, devletlerin ve sistemlerin değişmesi dışında milyonlarca insan evlerini kaybetmiş veya can korkusuyla göç yollarına düşmüştü. İşte bu milyonlarca mazlum Batı’nın yarattığı yıkımdan, ironik de olsa yine Batı’ya doğru hızla göç etmeye başlamıştı.

İşte bu alt üst oluş dalgası altında hızla batıya akan mülteci akını bu faşist hareketlerin beslendiği birinci damardır. Yabancı düşmanlığı üzerinden yükselen popülizm, pandemi sonrası hızlı bir enflasyon dalgası, ürün ve hizmetlerdeki fiyat yükselişi, işçi sınıfı, emekçi kitleleri ve küçük burjuvazinin reel gelirlerindeki katlanarak yaşanan düşüş ; yazının başında anlattığım 1. Dünya savaşı sonrası senaryosunda olduğu gibi kitlelerde, hızla müesses nizamdan uzaklaşma, küresel ideolojik merkezin hızla liberal ve sosyal demokrat merkezden sağa ve daha radikal sağa doğru kayışını beraberinde getiriyor. Sosyalist solun da politika sahnesinde bir özne olarak var olamamasından dolayı istikrar arayışı ve kuvvetli, kudretli lider arayışındaki kitleler faşist iktidarlara doğru kaymaktadır.

2. Dünya savaşı öncesindekine benzer bir faşist yayılma ve yükseliş görebilir miyiz ? Faşizm tehlikesi Nazi dönemi kadar etkili olacak mıdır? Bugünden söylemek zor fakat ben kişisel olarak bu kadar umutsuz değilim. İktidara gelen faşist partilerin, bu kapitalizmin kendi doğasından kaynaklanan küresel sorunları kendi bölgesel düzeylerinde çözebilmeleri imkansızdır. Ancak oyalama taktiği ve reaksiyoner bir politikayla algı yönetimini elinde tutan faşist partiler, kısa dönemde bu sorunları mülteciler, “emperyalist ABD ve AB’nin küçük ekonomileri sömürmesi “ vs. gibi söylemlerle kitle hareketini ayakta tutarak bir dönem başarılı olabilirler. Fakat şunu unutmayalım ki bu ülkeler ve ekonomileri göbekten küresel emperyalist sisteme bağlıdırlar ve AB’den gelen teşviklere ve küresel ekonominin nimetlerine halen muhtaçtırlar. Bu sebeple toptan parlamenter sistemi yok edip, diktatörlüklerini ilan etmedikleri , genel olarak kitlenin sandıkta vereceği desteğe muhtaç olduklarından dolayı tabandan gelen kitle baskısına dair kırılganlıklarını devam ettireceklerdir. Yükselen işsizlik, artan enflasyon, reel ücretlerin düşmesi gibi yoksulluk karşısında vaat edebilecekleri bir şey olmadığından dolayı iktidarları uzun süreli olmayacaktır.

Sonuç olarak bu faşist hareketlerin kazandıkları seçim zaferlerinin kalıcı olmayacağı ve dönemsel bir konjonktürden kaynaklandığı söylenebilir. Fakat tabi burada sola düşen görev oturup süreci dışarıdan seyretmek değildir. Bu tip faşist hareketler; solun, sosyalistlerin toplumsal bir özne olarak politikada yer almadığı ortamlarda hızla kitleselleşebilmektedir. Sosyalistlere düşen görev yeniden sınıf temelli emek cephesini kurarak faşizmin önünde set olmak ve yeniden “NO PASARAN” diyebilmektir.