Yine sonbahar yine hüznün mevsimini yaşıyor yüreklerimiz. Yine tutunamayanlardanız romanlarda. Ayrılık kokuyor şairin mısraları. Karanlık bir meyhaneden acı ayrılık şarkıları yankılanıyor kulaklara.

Kadehler kaybetmenin şerefine kalkıyor yorgun masalardan. Senaryolar hep kederle bitiyor oyunlarda. Ilık rüzgarlarda titreyen avuçlarımız saramıyor hiçbir şeyi. Dokunup tutamıyoruz yitirdiklerimizi.

Düşen sarı yapraklarla savruluyor bedenlerimiz. Gözlerimizin feri düşüyor yavaş yavaş. Ellerimiz titriyor, ayaklarımız taşımıyor bizi artık. Gözler görmüyor, kulaklar duymuyor hiçbir haykırışı. Yorgunuz, yorgun sevdalarda eritiyoruz ruhumuzu.

Dün öldü, bugün yaşamıyor artık, yarınları da bağışlayamıyoruz kendimize. Korkuyoruz her şeyden. Korkudan nefesimiz daralıyor, yüreğimiz sıkışıyor modern zamanların gölgesinde.

Öyle olsun, önemi yok ne de olsa hiçbir şeyin. Kapatalım hesapları, yarınlara bırakmayalım hiçbir şeyi.

Yalancı masumiyete bürünmüş sahte gözlerde hesapsızca harcayalım duygularımızı. 21.yüzyılın haraç mezata çıkarılmış yalan bedenlerinde tüketelim heyecanlarımızı. Kalmasın heyecanlarımızın limiti. Borçlanalım içi boşaltılmış duygu bankalarına.

Bizim heyecanlarımıza, bizim yalanlarımıza, bizim duygularımıza açılmış vadeli aşklar da vardır elbette kirli kasalarda.

Piyasaya düşmüş aşk hisselerinden satın alma vaktini haber veriyor bak simsarlar. Gonglar sahte bir başlangıca çalıyor yine.

Bir barın loşluğunda sığınılıyor yeni gözlere, bir cafenin sessizliğinde çalınıyor yeni kapılar, yeni bir çarşafta, yeni bir yastıkta toplanıyor kirli saçlar.   

Züleyha’nın ateşi sarmıyor kadınları artık. Yusuf’un masumiyetini öldürdü erkekler. Kerem’i yakan “ahı” Aslı’yı yıkan “kahrı” da yalan. Mecnun şimdi bir deli, Leyla çirkin bir kadın dillerde.

Aşkın kitabı değişti. “Kürk Mantolu Kadın” da değil Bukowski’nin fahişe kokan sayfalarında beyinler. Aşkın köpekliğini yaşıyor tüm yürekler. Bedene esirleşti duygular. Arzulara kurban edildi aşkın masumiyeti. Bir yalana dönüştü her şey, bir kurguya satıldı masumiyet.

Biz aşka inatta aldandık, yanıldık gülüm. Eski cümlelerden, eski mekanlardan, eski zamanlardan, yeni hatıralar, yeni cümleler, yeni mekanlar, yeni sevdalar yaratmaktı içimizi yakan.

Yanıldı ve aldandı umudumuz. Mekan yanlış, zaman sahte, cümleler avuntu oldu sadece. Sen, uzak diyarların yakını, hatıralarımın masum yüzüne döndün, ben sana, senin varlığına…

Bak, nefesim nefesinin sıcaklığında hala. Gözlerim gözlerinin içinde. Ömrüm ömründe.

Bir imkansızın çaresinde şimdi umutlar. Bir ihtimalin varlığında. Bir kaybın telafisinde. Bir yitik sevdanın yalancı umutlarında ömrümüz.

Gördün çünkü sende, anladın “olup biteni tek tek anımsarken birden yüzünü kapadın ellerinle. Sonunda isyan ettiğinde ruhun; utancınla, dehşetle sarsılıp gözyaşlarına boğuldun”.

Gördüm çünkü bende, anladım, yıkılmış bir kentin enkazıydı sevdamız. Artık tüm sokaklar çıkmaz bütün yollar kapalı…