28 Şubat tartışmaları tüm haftaya damgasını vurdu. Basının sorumluluğu, iş dünyasının sorumluluğu üzerine gidilen konular oldu.

28 Şubat'ın önemli yönlerinden birisi de daha önce altını çizdik, bugün sürmekte olan Ergenekon, Balyoz gibi davalar üzerinden karşımıza çıkar. Balyoz, Sarıkız, Ayışığı her biri 28 Şubat'ın eksik kalan ayaklarını tamamlamak amacıyla tasarlanmış, düşünülmüş girişimlerdir, girişim hazırlıklarıdır...

Bugün yargılanmakta olan bir bakıma 28 Şubat'tır, 28 Şubat'ın müdahale teknikleridir.

28 Şubat müdahale tekniği açısından da kendisinden önceki girişim ve darbelerden farklı özellikler taşır.

Bu dönemde askerî müdahale tarzı üç unsur üzerine temellenmiştir:

1. TSK bünyesinde, siyasi, toplumsal, idari, ekonomik alanlarda takip mekanizması ve uzmanlaşma üzerine kurulu bir yapılanmaya gitmek.

2. İkinci aşamada Silahlı Kuvvetleri siyasi karar yapılarının içine yerleştiren yasal mekanizmalara siyasi anlamda hayatiyet ve toplumsal anlamda meşruiyet kazandırmak. Bu çerçevede basın üzerinden türlü "andıç"lar çerçevesinde "psikolojik harekatlar"la yönlendirilen, endişeleri derinleştirilen kamuoyundan gelen destekle siyasetçiye ve siyasi alana yönelmek, yarı aktif, sürekli bir müdahale tarzını benimsemek....

Bu ikinci aşamaya ilişkin olarak, dönemin ayrıcalıklı aracı olan, zihinlerin militerleştirilmesi ve toplumun kutuplaştırılması yönünde kalıcı bir rol oynayan psikolojik harekatlar üzerinde dikkatle durmak gerekir. Psikolojik harekat, Kürt sorunundan laiklik tartışmalarına değin demokratik öneri ve fikirleri, meşru kurum ve yapıları hedef almakla kalmamış; YÖK'ten başlamak üzere bütün devlet kurumlarını ve basını bu yönde yönlendirmiş ve kullanmıştır. Ana hedef, tek tip toplum yaratmak, oradan güç alarak siyaset üretmek, siyasete müdahale etmek olmuştur.

3. Kürt sorununa yönelik ekonomik-sosyal tedbirlerin üretilmesinde, Güneydoğuya ilişkin bakanlık bütçelerinin asayiş komutanlıkları tarafından yönetilmesinde, TÜSİAD, medya ve yargı mensuplarıyla kurulan yönlendirici temaslarda, İçişleri Bakanlığı'nı atlayarak valilikler vasıtasıyla MGK kararlarının uygulatılmasında, YÖK ve üniversite rektörleriyle kurulan doğrudan ilişkilerde olduğu gibi, sadece siyaset ve siyasetçiye müdahale etmekle yetinmemek, bizzat siyaset yapmak ve üretmek, başka bir deyişle iç ve dış politikadaki temel konularda siyasi karar mekanizmasını ikame etmek...

Bu eylem tarzının ciddi ve kalıcı sonuçları olmuştur. Bunlardan özellikle şu ikisinin altını çizmek gerekir:

İlki, eski dönemlere oranla siyasi sorunların çok büyük bir bölümünün milli devlet politikalarına dönüştürülmesinin toplumsal ve siyasal bir duruma tekabül etmeye başlamasıydı. Başka bir deyişle siyaseti ve siyasetçiyi suçlayan güç duygusunu devlette arayan bir depolitizasyon haliydi.

İkincisi, devlet kurumlarında işe alınmada ve işten çıkarılmada, TV kanalı kurmada güvenlik soruşturmalarının temel kıstas haline getirilmesiydi.

Devlet Memurları Kanunu ve YÖK Disiplin Yönetmeliği örneklerinde olduğu gibi idareye, kişileri kamu hizmetinden men etmek, unvan kullanmalarını engellemek gibi yargısal ve keyfi yetkilerin verilmesi, bu yolla personel kadro ve politikalarının askerin denetime girmesi, RTÜK gibi tüm "Bağımsız İdari Birimler"de Genelkurmay ve MGK tarafından atanan temsilcilerin yer alması, kısacası demokratik kurumların ve sivil kuruluşların sembolik ve fiilî olarak, nitelik ve işleyiş açısından militarize edilmesiydi...

Bugün Türkiye hala bunlardan arınmaya çalışıyor.