14 Temmuz konusunda iktidar ne kadar emin. Başbakan Yardımcısı konuşuyor, bütün propaganda sözleri gibi uzun ve karışık, ama özü şu cümlede:

"BDP'nin Genel Başkanı da milletvekilleri halkı sokaklarda yürüyerek Valiliğin kararına karşı gelmeye, direnmeye, davet etmişlerdir. Bu açıkça suçtur."

Biraz somutlaştıralım: Genel başkan, eş genel başkan Selahattin Demirtaş. Halk, Amed halkı. Vali Diyarbakır valisi.

Yani bize, “Valinin dediği olur” deniliyor. Demokrasilerin tanrısı demek ki iktidara göre valilerdir. Peki halkın dediğinin olduğu yere ne diyeceğiz, buna demokrasi dersek?

Geçelim.

Valileri dinlememe suçu diye bir suç yok. Ama kamu görevlilerinin temel hakları çiğnemesi diye bir suç var. Temel hakları valiler, polisler, askerler eliyle çiğnetme diye bir suç var. Sadece siyasal açıdan değil, hukuki açıdan da. Anayasal bir hakkı, Diyarbakır Valiliğinin 14 Temmuz’da yaptığı gibi, keyfi olarak çiğnerseniz, suç işlemiş olursunuz.

Bir hak da değildi Diyarbakır’da çiğnenen, bir haklar manzumesi. Demokrasiyi tanımlayan, demokrasiyi vasat bürokratların aklına eseni yaptığı şey olmaktan çıkarıp demokrasi yapan haklar manzumesi.

ÇİĞNENMEYEN HAK KALMADI
Sayalım.

Seyahat hakkı: Çevre illerden insanlar illerinden çıkarılmadı, çıkarılanlar Diyarbakır’a sokulmadı.

İfade hürriyeti: Çok basittir ama her an tekrarlamamız gereken kadar hayatidir. Düşündüklerini, inandıklarını ifade etmek için konuşmayı, yazmayı, bir araya gelmeyi , ayrılmayı, yürümeyi, toplanmayı ve dağılmayı içerir.

Tersi bir hürriyet yok: Susturmayı, yazdırmamayı, bir araya gelinmesini engellemeyi, yürütmemeyi, toplanmamayı ve dağıtmayı hak ve özgürlük olarak tanımlayamayız, “Haklar devlet için, çileler halk için” demeyeceksek. Haklar ve özgürlükler, devlete karşı hak ve özgürlüktür. Devletin hiçbir hakkı yoktur, bütün hakları teslim ve temin etme, gasp ettiklerini iade borcu vardır.

Yaşam hakkı: Metin Lokumcu ve Çayan Biber facialarından sonra biber gazı kullanmak, cinayete teşebbüstür. Kullanan ve kullandıran herkese her seferi için dava açılmalıdır. Savcılar… (Savcı mı kaldı memlekette diyeceklere özel not: Kalmamıştır belki, ama olmasını istiyorsak doğru olanı hep istemek zorundayız. Hukuki mücadele bunu gerektirir. ) Savcılar ucunda ölüm olan bir konuyu görmezlikten gelmeye devam edemez. İşleyen hukuk ışıldar. İşlemeyen hukuk savaş çıkarır, içerde de dışarda da.

Bedensel bütünlüğe saldırı: Haklarını kullanan insanlara kamu görevlileri dokunamazlar, bedenlerini önlerine siper edemezler, panzerleri yollarına koyamazlar. Elleyemezler ve vuramazlar. Sadece Pervin Buldan’ın bacağını kıran saldırgan değil, mitinge katılan herkese dokunan tüm kamu görevlileri suç işlemiştir. Polisin, yurttaşa “dokunma” hakkı yoktur. Mahkeme kararı olmadan bedenle temas suçtur. Vurmak zaten suçtur. Dokunulmazlığı olan milletvekillerine dokunmayı hiç konuşmayalım zaten.

SİVAS YANGINI VE İNSANLIK SUÇU

Valileri dinlememe suçunu işleyen bir grup daha var, dün öğrendik.

2 Temmuz’da Sivas’ta 1993 Sivas katliamını ananlar. Soruşturma açılmış haklarında. Hemen belirtelim, ahlaken de, siyaseten de, hukuken de Sivas’ı anmama suçu diye bir suç olabilir; ileri ahlak, ileri siyaset, ileri hukuk budur. Bütün soykırımları mümkün kılan temel mantık (bize benzemeyenin hakkı ölümdür mantığı) ve elemanları (görünür ya da görünmez yönlendiriciler ve yönlendirilmiş kalabalıklar ve elbette bir de onlara ses çıkarmayan otorite) içinde taşır çünkü Sivas yangını; insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur. Sivas anmasını engellemek, ananları soruşturmak suçtur, bir suç varsa. Ama “Valinin dediği olur”a inandıktan sonra Sivas’ı, Uludere’yi, Bahçelievler’i anmak, hakları talep etmek suç olabilir; üçüne de yol açanları korumak adalet faaliyeti adını alabilir. Buna inanılan yerlerde her yurttaşın boğazı için tel, genzi için kara duman ve bedeni için ateşten gülleler hâlâ hazır demektir. Ne yazık.

Diyarbakır’da uygulanan hukuk, bu hukuktu işte: Devletin ve devletin adamlarının söylediklerinin hep doğru, aksini öne sürenlerin payının hep zulüm olduğunu yazan hukuk. Devletin levhi mahfuzu. Katliamların, kırımların, soykırımların el kitabı.

Bu kitabın harfiyen uygulandığı yerlerde toplumun bir yarısı mutluluktan uçuyor, yaptığı her şeyi doğru zannediyor olabilir. Kalan yarısı her gün giderek daha acıya itilen, zorlanan bir toplumda ne demokrasi olur ne da herhangi türden bir barış. Ne Fırat’ın ötesinde, ne berisinde.

Çünkü yürekteki yara

Akıldaki yara demektir aynı zamanda

(Louise Glück, çeviri Güven Turan)