15. yılında yapılan 28 Şubat değerlendirmelerinin ciddi bir bölümünde, başlığa çıkardığımız saptama yer alıyor: “AKP 28 Şubat sürecinin ürünüdür.”

Bu saptamanın, belki farklı cümlelerle de olsa, sosyalist soldan ülkücü harekete, SP’den HAS Parti’ye, CHP’lilerden ulusalcılara kadar, birbirlerinden farklı kesimler tarafından benimseniyor olması anlamlı ama çok da şaşırtıcı değil. Peki bu doğru bir akıl yürütme midir?

İlk bakışta doğru gözüktüğü muhakkak. Şöyle ki 28 Şubat’ta askerler demokratik sürece müdahale etmese, yani Refahyol hükümeti apar topar devrilmese, RP kapatılmasa, Necmettin Erbakan ve arkadaşları siyasi yasaklı olmasa, İslami cemaatler üzerinde baskı uygulanmasa, yani olaylar olağan biçimiyle seyretse bugün bambaşka bir Türkiye’de yaşıyor olurduk ve böylesi bir Türkiye’de muhtemelen AKP de olmazdı.

Dolayısıyla 28 Şubatçıların, muhtemelen kendilerine aşırı güvenmelerinden kaynaklanan müthiş bir öngörüsüzlükle, belini kırmak istedikleri İslamcılara o kadar kısa süre içinde hayal bile edemeyecekleri bir güç ve iktidarı sunmuş olduklarını söyleyebiliriz. Ancak birkaç noktaya özellikle dikkat etmek kaydıyla:

Hedef 28 Şubatçılar mı, AKP mi?

1) “AKP 28 Şubat’ın ürünüdür” tespitini eğer bir SP’li, bir HAS Partili ya da 28 Şubat’tan doğrudan zarar görmüş herhangi bir kişi ya da grup öne çıkarıyorsa bu bir yere kadar anlaşılabilir. Ancak 28 Şubat sürecini açık ya da örtük bir şekilde desteklemiş olanların, sanki o dönemde 28 Şubatçıları uyarmışlar gibi bugün kalkıp “28 Şubat AKP’nin doğum günüdür” türü çıkışlar yapmalarında en azından bir samimiyet sorunu vardır.

2) Esas samimiyetsizlikse, “AKP 28 Şubat’ın ürünüdür” tespitini, 28 Şubatçıları değil AKP’yi eleştirmek, suçlamak için kullanmaya çalışmaktır. Böyle yapanlardan bazıları, 28 Şubat’ı esas olarak bir “dış komplo” olarak görüyor ve bu yolla AKP’yi de bazı dış güçlerin (ABD, İsrail, Masonlar vb.) taşeronu olarak göstermeye çalışıyorlar. Birilerinin kendi siyasi acizliklerini örtmek için başvurdukları bu tür komplo teorilerini hiçbir zaman ciddiye almadım. Hatta bu yüzden kimileri, beni de bu komplonun bir parçası olarak göstermeye kalktı ki bunlardan birinin ne zamandır AKP’nin en gözde medya kuruluşlarından birinde siyasi kariyerinin “en parlak günlerini” yaşıyor ya da yaşadığını sanıyor olması manidardır.

3) AKP 28 Şubat’ın en sert şekilde egemen olduğu bir dönemde, yani RP’nin kapatılmasından sonra değil, yeni bir seçimin ardından yaşanan nispi normalleşme döneminde, yani FP’nin kapatılmasının ardından doğdu. FP’nin, bir süre sonra AKP’nin daha inandırıcı bir şekilde benimsediği, Batı ile kavga etmeme, tam tersine onunla uyumlu çalışma; AB’ye karşı çıkmama, tam tersine onu en fazla savunma gibi açılımlar yapmış olduğunu da unutmamalıyız. Unutmamamız gereken bir diğer husus, bugün demokrat vs. kesilen çok kişi ve grubun, FP’nin sudan sebeplerle kapatılmasına bile “parti kapatılmasına karşıyım ama yargı kararına saygı göstermek gerekir” gibi gerekçelerle sessiz kalmış olmalarıdır.

Ufuk Uras’tan açıklama

Bu konuda söyleyeceklerimi daha bitirmedim, yarın sürdürmeyi düşünüyorum. Ama yazıyı bitirirken, bugün tartıştığımız konuyla doğrudan ilişkili olan dünkü yazım üzerine, 28 Şubat sürecinde ÖDP Genel Başkanı olan Ufuk Uras’ın yaptığı açıklamayı aktarmak istiyorum.

“28 Şubat kararlarının ertesi günü 1 Mart’ta ‘Süngülerin gölgesinde demokrasi olmaz’ başlıklı bildiriyle muhtırayı sert bir şekilde ilk ÖDP olarak biz eleştirdik” diyen Uras şöyle devam ediyor: “Muhtıra öncesi de, Sultanahmet Meydanı mitingimizin başlığı, ‘Ne Refahyol, Ne Hazırol’ idi ve konuşmamızda iktidarı eleştirmemize rağmen, çözümü demokraside gördüğümüzü açıkca vurguladık. Sözünü ettiğin ‘Ne şeriat ne darbe’ sloganı, hiçbir metin ve konuşmamızda geçmemiştir. Özgürlükçü laiklik perspektifimizle hareket ettik, geleneksel otoriter laiklik anlayışıyla aramıza hep mesafe koyduk.”

Diyecek bir şey yok, takdiri o günlerin tanıklarına bırakıyorum.