Bazen kapıların üzerine kapandığını hisseder yaşamın acımasızlığında boğulursun. Yüreğin küçük bir odaya sığmayacak kadar kabarır. Yaşadığın anın ağırlığıdır üzerine çöken.

 

Kurtaramazsın kendini ağırlıklarından. Geçmiş uğursuzca kilitler seni. Zaman duygusunu kaybeder yaşadığın anın dışına savrulursun. Anılar bir zehir gibi dolaşır damarlarında. Hücrelerini öldüren geçmişin tutsağına dönüşürsün. Hatırlamak, korkunç bir azaba dönüşür cehennemin kavurucu ateşinde yanarsın. Kalbin ince ince sızlar. Nefesinin tükendiği gözyaşlarının kuruduğu andasındır. Dört duvar arasında oynadığın çaresizliktir sadece. Parçalanmış umutlarına, yarım kalmış sevdalarına yitirilmiş hayallerine ağıt olacak iki kelime bulamazsın.

 

Anlamını kaybetmiştir sözcükler. Anlamın anlamsızlığı çarpar suratına. Masallar ısıtmaz artık yüreğini. Roman sayfalarında boşuna ararsın kendini. Hikâyen kahramanını kaybetmiş, senaryonda adın silinmiştir. Şairin dizelerinde umut olduğun zamanlarda yok.

 

Gök mavi dağ yeşil değil yani. Renklerin ifadesi kaybolmuş, mavi özgürlüğünü, kırmızı sevgisini, beyaz saflığını terk etmiştir artık. Bedenin seni taşıyamayacak kadar bitkin ruhun seni özgürleştirmekten acizdir.

 

Uykusuz gecelere verirsin kendini. Bir enkaza dönüşü yaşarsın. Karanlık gecelerin soğuk yalnızlıklarında acımasız pişmanlıklarla kemirirsin kendini. Varlığın yokluğa dönüşür bir anda.

 

İçindeki öfkeyi kusmak, içini dökmek istersin düşüncesizce. Dayanamaz haykırırsın artık. Herkesin melek masumiyetini oynadığı toplumda şeytan olmayı seçersin. İçindeki şeytanı öldürmeden Mekke’de seni taşlayanlara acırsın için için.

 

Hâlbuki umut olmaktı düşlerde amacın. Sibirya’da ateş, kayıp çöllerde yağmur bulutu olmaktı muradın. Şimdi dipsiz kör bir kuyudasın. Bağırsan duyan olmayacak çığlığını. Anlamıyor değilsin aslında.

 

Hayallerinin büyüklüğü kadar küçüldün. İdeallerin kadar idealsizleştin. Kendini bazen Necip Mahfuz'un "Osman"ı, bazen Vedat Türkali'nin "Kenan"ı, bazen de Elif Şafak'ın "Araf”ı görsen de Kafka'nın "Dönüşümünü"de yaşadın Oğuz Atay'ın "Tutunamayanlar”ını da. Ama Orhan Pamuk'un "masumiyetini" korudun hep ve Doğan Cüceloğlu'nun "savaşcısı" oldun. Biliyorum, Hegel'in mesleği kasaplığı yapsan kollarını keser vitrine asardın ama... Bilmeliydin çocuk, bilmeliydin. “Militan acılara alkol damlatıp sarhoş ettiğin zamanların anonim ve popüler bir yanı kalmadı artık. Birikmiş hüzünlerinle toplamda kayıp yazıldı her şey hanene. Mutluluğun modernitesi, kör, sağır, dilsiz olmakta saklıydı. Sen bozmayacaktın o büyüyü. Şimdi Nisan’a çok var ama sen hüznünü şimdiden başlamışsındır yaşamaya. Acını dilinde mırıldan hadi, korkmadan…

 

”Beni siz yağmurun altına saklandığım o kümbetli sokakta bulmuştunuz, kazanmak için oynanmayan bir oyuna benzetmekle savunabilirdim Nisan’ı, oysa Nisan benim için karabasan ve cinler demekti, biliyorum, şarkı bitti, öldü kuş öldü, kahır dolu bir balkondan indim ben atımdan. Oysa yenik ama mağrur bir sultan değilim…”