Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Tunus gezisi sırasında Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’a “Bir daha çalıştay filan yaparsanız sakın beni çağırmayın, gelmem” dedim ve şöyle devam ettim: “Siz açılımı yarıda bıraktınız, açılım yanlısı olarak birkaç kişi mayın tarlasının ortasında kalakaldık ve birileri dört bir tanımızda bombalar patlattı!”

İşin şaka kısmı bir yana, adına ister “Kürt açılımı”, ister “demokratik açılım”, ister “milli birlik ve kardeşlik projesi” diyelim, hükümetin Kürt sorununu kalıcı bir şekilde çözmek için başlatmış olduğu süreç bize şunu gösterdi: Bazı hassas, kırılgan konularda yarım kalan adımlar, hiç adım atmamaktan daha zararlı olabiliyor. Bu nedenle yazının başlığındaki sorunun cevabının evet olabilmesi kesinlikle mümkün değil, çünkü maalesef an itibariyle açılımı yarıda bırakmış olduğumuz noktanın çok daha gerilerindeyiz.

Kuşkusuz nerede, kimin, neden hatalar yaptığını sorgulamak bundan sonrası için yararlı olacaktır ancak sorunun neredeyse tüm taraflarının hata yapmada birbirleriyle yarışmış olduğunu düşünürsek, bu sorgulamanın bir yargılamaya dönüşmemesine, ilgili tarafların hiçbirini çözüm sürecinin dışına itecek tutumlardan kaçınmaya dikkat etmek gerekiyor.

Ağır hasar

Peki, kaldığı yerden olmasa da yeniden açılım mümkün mü? Bu sorunun cevabı “kesinlikle” olacaktır, hatta yanına bir de “mecburen” ekleyebiliriz. Çünkü açılımın askıya alınmasından sonra yaşadıklarımız, o hep dile getirdiğimiz, Kürt sorununun baskı politikalarıyla çözülemeyeceği önermesini net bir şekilde doğruladı. Fakat bu süre zarfında yaşananların barışçıl çözüm çabalarını iyice güçleştireceği de açıktır. Her şeyden önce KCK operasyonlarının ardında yatan, Kürt sorununa devlet çizgisi dışında yaklaşmayı suç, yaklaşanı suçlu gören zihniyetle hesaplaşmak ve bundan tamamen arınmak gerekiyor. Yine aynı operasyoncu mantığın, taraflar arasında zaten mevcut olan güvensizliği daha da derinleştirmiş olduğunu akılda tutmak şart. (Operasyoncu mantık derken sadece devleti kastettiğimi düşünenler yanılır, özel olarak PKK, genel olarak Kürt siyasi hareketinin de benzer bir mantığı öne çıkartarak sürecin sabote edilmesinde aktif bir rol oynamış olduğunu biliyoruz.)

Zaman zaman açılımın yeniden başlayacağına dair haberler, analizler, yorumlarla karşılaşıyoruz. Bunların sayısının MİT kriziyle birlikte arttığı ve daha da artacağı açıktır. Çünkü yakın bir zamanda başlayan yeni tür iktidar savaşlarının ana ekseninin Kürt sorunu olması kaçınılmazdır. Yine de kısa zamanda çok büyük değişiklikler beklemek gerçekçi değil. Bunun bir nedeni, özellikle genel seçimler sonrası hayata geçirilen baskı politikalarının ağırlığıysa, bir diğeri de bu stratejiyi hükümete dayatmış olan ve günümüzde de bunda ısrar eden odakların son yaşananlara rağmen hâlâ çok güçlü olmalarıdır.

Bu bağlamda bu Pazar günü Diyarbakır ve İstanbul’da düzenlenecek olan Newroz/Nevruz kutlamalarının nasıl geçeceği, buralarda verilecek olan mesajlar önemli olacak.

*****


Bu kadar

Dün Ahmet-Nedim olayında özel yetkili savcıları bile sollamış olan Alper Görmüş ve Etyen Mahçupyan hakkında bir yazı yazacağımı duyurmuştum. Ne var ki bu süreçte yazıp söylemiş olduklarına tekrar baktığımda aslında buna pek gerek kalmadığı sonucuna vardım. Özellikle MİT krizinden sonra yapılan tartışmalar, dile getirilen gerçekler, örneğin Ali Bayramoğlu’nun analizleri onların Ahmet ve Nedim’i suçlamak için geliştirdikleri argümanların ne kadar temelsiz ve abes olduğunu kanıtladı.

Yine de Alper’e özel bir mesajım olacak: Bazı gazeteciler haber kaynaklarını zor durumda bırakmamak için kendilerini feda ettiler ve tarihe geçtiler. Sen ise, kendi haber kaynaklarını korumak adına başka gazetecilerin mağdur olmasına ses çıkartmadın, hatta onlara yapılan adaletsizlikleri meşrulaştırmaya çalıştın...