ABD’de günler süren belirsizlik ve kaos atmosferinden sonra, Demokrat aday Joe Biden 78 milyonu aşan oyla ABD’nin 46. başkanı olarak 2021 Ocak’ta göreve başlayacak. Donald Trump yenilgiyi kabul etmiyor ve seçimlerde hile iddialarını yineleyerek sonuçlara itiraz ediyor. Twitter hesabından “Seçimleri kazandım!” mesajını yayımlayan Trump, 4 senedir sürdürdüğü yalana veya post-truth siyasetine devam ediyor.

Peki bu kadar aleni fark olmasına ve artık en yakındakilerinin dahi seçimi kaybettikleri ve bunu kabul etmesini istemelerine rağmen neden Trump hala direniyor.

Bunu 2016 seçimleri ve Brexit oylamalarında gördüğümüz yeni politik yönelim, yani post-truth (yalanın siyaseti) kavramıyla açıklamak mümkün.

İlk önce ne olduğuna bakalım. 23 Haziran 2016 tarihinde İngiltere’de yapılan ve İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden çıkması anlamına gelen Brexit oylaması ve ardından ABD Başkanlık seçimlerinde ülkenin en zengin iş adamlarından emlak patronu Donald Trump’ın Cumhuriyetçi Parti’nin başkan adayı olarak seçilmesi sürecinde; gerçeklerin çarpıtılması, manipülasyon ve aslı olmayan yalan haberlerin (fake news) özellikle sosyal medya marifetiyle yaygınlaştırılması ile seçim sonuçlarını etkilemesi göze çarpmaktadır.

Brexit yani İngiltere’nin AB üyeliğinden çıkışı ile ilgili yapılan oylamalar öncesind ; İngiltere’nin AB üyeliğinden çıkmasını isteyen taraflarca özellikle sosyal medya kanalları üzerinden, İngiliz eğitim ve sağlık sitemi için harcanması gereken fonların AB’ye destek olarak aktarıldığı, bunun haftalık 350 milyon sterlini bulduğu, AB sayesinde İngiltere’nin yoksullaştığı ve bunun gibi yalanlar ana medya kuruluşları ve uzmanlar tarafından yalanlansa dahi dolaşıma sokulmuştu.

Aynı şekilde ABD 2016 seçimleri öncesinde, özellikle sosyal medyada Obama ve Hillary Clinton’un İŞİD’in kurucusu olduklarını, Obama’nın ABD vatandaşı olmadığını ve Hillary Clinton’un 12 yaşında tecavüz kurbanı bir çocuğa güldüğünü ileri süren Trump’ı destekleyen gruplar “Eğer Donald Trump seçilirse, Hillary Clinton Halkı İç Savaşa Çağıracak”, “Barack Obama, Kenya’da Doğduğunu İtiraf Etti”, “Hillary’nin Yolsuzluk Sızıntısıyla İlgilenen FBI Ajanı Öldü” gibi yalan haberleri twitter, facebook gibi sosyal medya siteleri üzerinden yaymaya başlamış. Her ne kadar CNN gibi ana akım medya kuruluşları karşı kampta yer alsalar ve yalanlamaya çalışsalar dahi internetin hızı ve hileli yönlendirme yeteneği ana akım medyayı çaresiz bırakmıştır.

Her ne kadar ana akım medya hala varlığını sürdürse ve etkisini devam ettirse dahi, sosyal medyanın hızı ve toplumların üzerindeki etkisi yadsınamaz. Roosevelt ve Churchill için radyo, JFK için televizyon neyse Trump için de twitter odur.

Joe Biden’ın seçilmesi aslında Trump’ın sonunu getirmiş dahi olsa Trumpizm yaşamaktadır. Hala yalanın siyaseti, gerçeğin üzerini örtmekte ve siyaset yapış tarzı doğruların, gerçeklerin ve erdemin değil yalanın, manipülasyonun ve rakibini zayıf yerinden bulup yalanlarla itibarsızlaştırma üzerine kuruludur.

O zaman karşımıza doğal olarak şu soru çıkıyor. Antik çağlardan bugüne felsefecileri ilgilendiren; gerçek (reality)ve hakikat (truth) nedir ? Bir şeyin gerçek veya yalan olduğu nasıl anlaşılır.

Gerçek veya gerçeklik; varlığı için bir zihne ihtiyaç duymayan; bizim zihnimiz dışında kendisi bağımsız olarak var olabilen şeyler olarak tanımlanabilir. Hakikat ise kişilerin bu gerçekliğe ilişkin zihinlerine attığı ve bu gerçeklikle ilgisi olduğunu varsaydığımız yargıdır. Hakikat için bir zihne ihtiyaç duyarken, gerçeklik için böyle bir ihtiyaç yoktur. Post-truth ise herhangi bir söylemin hakikatle ilgisi olmadığı halde ; kendi kendine referans verebilmesi hali ve hakikatin artık önemsizleşmesi, hakikatten çok onu kimin söylediğinin önem kazanmasıdır. Daha açık olarak şöyle açıklanabilir.

21. yüzyılda yaşayan insan hayatında binlerce karar vermek zorundadır. Bunlar maddi hayata veya inançlara ilişkin olabilir. İyice kompleks hale gelen dünyada, tercihler ve seçimler duyum ve deneyimlerimize göre verilebilecek kadar kolay değildir. Küçük bir popülasyonda dünyadan tecrit yaşayan bir insanın hayatı basittir ve doğayı, çevreyi deneyimleyerek, geçmişten kendisine gelen bilgi birikimiyle birlikte çok az tercihe zorlanır fakat milyonluk şehirlerde yaşayan metropol insanları için seçimler artık deneyimleyemeyeceği kadar kompleks hale gelmiştir. Bu post-modern dünyadaki sıradan insana artık o kadar yük olmaya başlar ki düşünmeyi bırakır; gelenek göreneklere göre, dinsel ahlaka göre ve en son hiç düşünmeden desteklediği lidere göre karar verir. Çünkü bu şeyleri seçme şansı kalmaz. Hakikat farklı olsa dahi sorgulamaz. Kendi düşünme ve karar alma sorumluluğunu, kendi kamp liderine bırakmıştır.

Özellikle son 10 senede; Twitter ve Facebook gibi içeriği kullanıcılar tarafından oluşturulan ve internet ağı üzerinde çift taraflı/eş zamanlı bilgi paylaşılmasını sağlayan web 2. 0 yazılımları sayesinde milyarlarca kişinin çok kısa bir zaman zarfında bilgiye erişebilirliği sağlanmıştır. Sosyal medyanın hızlılığı, kolayca ve ucuz erişilebilirliği gibi olumlu özelliklerinin yanında içerdiği bilginin çoğu zaman denetlenmemiş olması karşımıza önemli bir sorun olarak çıkmaktadır. Sosyal medya üzerinde kurulan algoritmalar sayesinde kullanıcılar zevkleri, tercihleri ve düşünceleri üzerinden filtre balonlarına sıkıştırılmıştır. Sosyal medya üzerindeki beğenileriniz üzerinden; algoritma sizi filtreler ve size hoşunuza giden, sizle aynı şekilde düşünen ve kendi kampınıza yakın paylaşımları sunar. Bunun sonucunda internet kullanıcıları sürekli kendine benzer insanların oluştuğu bir topluluk üzerinden filtrelenir ve bir süre sonra artık başkalarıyla izole edilerek kendi sesinizi duymaya başlarsınız. Buna da yankı odası denir ve filtre balonlarıyla yankı odasında kendiniz tekrarlamaya başlarsınız. Bu da toplum içinde kutuplaşmayı getirir ve o noktadan sonra gerçekle kopuş gerçekleşir. Artık hakikat olan gerçekler değil ; liderinizin size söylediği söylemlerdir. Yalan dahi olsa bunu sorgulamazsınız çünkü hakikat arayışı son bulmuştur, kendi siyasi kampınızdaki sahte gerçeklik hakikatin yerini almıştır. Böylelikle; “gerçeklik” ve “inanma” algıları değişen kitleler kendileriyle aynı şeyleri düşünenlerin paylaştığı iletilerin içeriğini mutlak gerçek olarak kabul ederler ve karşıt düşüncelere sahip olanlara kapılarını kapatırlar. Böylesi bir kutuplaşma elbette haberin gerçekliğinin önemini de ortadan kaldırır.

Haber, Arapça kökenli bir kelimedir. İngilizcede news olarak tanımlanan haber; kuzey (North), doğu (East), batı (West), güney (South) sözcüklerinin baş harflerinden türemiştir. Haberin her yönden yaklaşılan ve evrensel bir şey olduğunu anlatmak için böyle bir kelime seçilmiştir. Fakat bugün habercilik gerçeklikle bağlantısını yitirerek doğruluğundan çok inandırıcılığı üzerinden değer kazanmaya başlamıştır.

Tarihten bu yana yalan haber, manipülasyon, karalama mevcut teknolojik imkanlar dahilinde kullanılmış ve siyasetçiler bu sayede kitleleri etkilemeyi başarmışlardır. Bugün ise İngiltere ve ABD başta olmak üzere; özellikle son 20 yıllık süreçte ülkemizde de en üst noktasını bulan yalan haber ve post-truth yani yalanın siyaseti; siyasetçilerin gerçeklerin ortaya çıkması gibi en küçük bir endişe yaşamadan dolaşıma sokulabilmekte ve bunun üzerinden kitleler maniple edilebilmektedir. Çünkü hakikatin artık bir önemi kalmamıştır, yalanlarla yaratılacak olan duygu ve hezeyanlar; inançlar üzerinden kemikleştirilecek kitle ve manipülasyonla edinilecek hedef nesnel gerçeklikten çok daha önemlidir.