Bakanlıklardan aşağı yürüyorum.

Yüksel Caddesinin girişine kadar panzer, TOMA (Toplumsal Olaylara Müdahale Aracı), çevik kuvvet otobüsleri yol boyunca sıralanmışlar. Ziya Gökalp Bulvarı da aynı şekilde…

Oto yolu, yaya yolu, üst geçitler, alt geçitler, hasılı ne varsa polis işgali altında.

“Ne var ki acaba?” diye düşünmeye kalmadan yanıt geliyor: Hrant Dink’in öldürülüşünün yıldönümü bugün.

İronisever devletimiz katledilmesine önlem almadı, anılmasına önlem almış.

4 yıl olmuş Hrant katledileli.

4 yıl olmuş. Hrant”ın arkasında “Hepimiz Ermeniyiz” diye yüz binlerce kişi yürüyeli…

4 koca yıl.

48 ay, 208 hafta, 1460 gün, 35040 saat, çarpı 60 dakika, çarpı 60 saniye.

Sonu yok bu hesabın.

Bu sayılar yoklukların da hesabı aynı zamanda. Aradıklarımızın, bulamadıklarımızın, acılarımızın, kederlerimizin de hesabı.

Katilinin poster fotoğrafları, ailesinin hala tehdit ediliyor olması, yargılamanın orta oyununa dönmüş olması da bu hesabın içinde.

Bu hesapta, Batman’daki asit kuyuları var, Madımak, Gazi var, 1915, Seyit Rıza…

Musa Anter, Maraş, Hayata Dönüş Operasyonu var. Var var var.

Aklımızda yer etti, 19 Aralıkta Maraş’ta yapılan mitinge “burası Maraş, buradan çıkış yok” diye saldırmak isteyen 15-16 yaşındaki gençler; belki de Maraş Katliamı sırasında ana babaları bile çocuktu.

Bir çocuktan bir katil yaratan karanlık!

Bir katilden bir çocuk yaratıp serbest kalması için uğraşan karanlık!

Ve bu karanlığın kutsanması!!!

AİHM gönderilen savunmada Hrant”ı Hitler ile bir tutan savunmayı yazan okuyan gönderen devlet. Arat Dink’in haykırışıyla “güvenimizin kalmadığı devlet”.

İstediği yasayı, istediği düzenlemeyi TBMM’den geçirecek kudrete sahip olmanın şehvetiyle kostaklanan, her yaptığıyla demokrasiden, adaletten uzaklaşan siyasi iktidar.

Yasak savma babından ilgi gösteren muhalefet.

Türk kanının temizlenmesiyle rahatlayan muhalefet.

Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığı Azınlıklar Masası eski amiri Yılmaz Angın’ın verdiği bilgiye göre Hrant Dink 1970’li yıllardan beri izlenmekte. Agos gazetesinin yayına başladığı 1996 yılından sonra ise Hrant, polis tarafından “Ermenilik faaliyetlerinde çalışma hedefi ve konusu” olarak görülmüş.

Devlet yurttaşını korumaktan daha çok, suçluluğunu ilan etme peşine düşmüş.

Öldürüleceğine ilişkin bütün istihbari bilgiler, duyumlar hasıraltı edilmiş, önemsenmemiş, umursanmamış.

Ama Hrant’ın İstanbul Valiliğine çağırılıp tehdit edilmesi unutulmamış.

Unuttukları bir başka şeyde yüz binlerce kişinin Hrant”ın arkasında yürüyeceği.

Yürüyeceğiz. Bu acı, bu zulüm son buluncaya kadar. Yürüyeceğiz tanımadığımız, bilmediğimiz kardeşlerimizle, annelerimizle, babalarımızla, çocuklarımızla.

Evet. Nükhet İpekçi’nin de söylediği gibi “bizi acılarda akraba ettiler”.

Musa Anter’le Uğur Mumcu’yu, Gazi Katliamı ile Dersim 1937’yi, Abdi İpekçi ile Hrant Dink’i, Madımak’la 1915’i, Uğur Kaymaz ile Gomidası. Ve daha binlercesini.

Artık bu akrabalık yeter.

Bu acı, bu kin, bu hesap yeter.

Umudumuz Hrant’ın arkasında Agos’tan Kumkapı’ya kadar yürüyen yüzbinlerce kişinin hala var olmasında.

Herkesin bir kırmızı çizgisi var.

Niye kırmızı, nerden geçer, niye geçer belli değil. Bir kutsallığı var zahar.

Peki: Bir çizgi de bizden olsun. Elbet o da kırmızı. Ama hakiki kırmızı.

Hrant’ın gerçek katillerinin ortaya çıkarılması bizim çizgimiz.

Bizim çizgimiz, özür dilenmesi ailesinden.

Bu çizgi aynı zamanda ülkenin demokratikleşmesi, kardeşliğin ve barışın çizgisi.

Yani Hrant”ın altı yırtık ayakkabısının çizgisi.