Kendisini zor durumda bırakmak için (olmayan) sorunlar var edip bununla ayağına değil beynine nişan alan başka bir millet, başka bir ülke bilen varsa göstersin ben de bu söylediklerimi geri alıp özür dileyeyim.

Bir ülke düşünün ki bırakın kazançları engellemede, kayıplara yol açmada en başta gelen kurumu yargı, yargı kurumları arasında da yüksek yargı olsun… İnsanlar makam ve mevkii ne olursa olsun ideolojik düşününce hak, hukuk, adalet, yemin, iş/görev namusu vs. değerleri bir tarafa bırakılabiliyorlar.

Geçmişinden ibret al(a)mayan ülkeler geleceklerini şaşı bakışlarla düzeltemezler, düzenleyemezler.

Neyi, neden ve niçin yaptıklarını bilmeyen erk sahipleri sadece kendilerine zarar vermekle kalmazlar, bütün ülkeyi bu çarpık ve küçük anlayışlarına feda edebilirler.

Dünyanın geldiği noktaya bakın;

Arap ülkelerinin yaşadıkları sürece bakın, bizimkiler hala 1940’lı yılların mantalitesini, siyasi atmosferinin beklentisiyle yanıp tutuşuyorlar.

Ya hu uyanın artık, dünya 2000’li yıllara gireli 11 yıl oldu. Artık “eski hal muhal” bunu anlayın. Siz mektep okumuş, hatta üniversite eğitimi almış yaşlı başlı insanlarsınız, farkına varın değişim ve gelişmenin ve bunun önüne geçemeyeceğinizi anlayın artık. Aslında anladınız ama kabullenemiyorsunuz ve bunun mantıksız mücadelesini veriyorsunuz.

Kimi zaman Kürtleri, kimi zaman İslamcıları-dindarları, bazen sosyalistleri-solcuları, bazen de alevi ve diğer farklılıkları sistemin dışına itmenin bu ülkeye kaybını yeryüzünde başka bir halk, başka bir ülke insanlarına yaşatmamıştır.

Ne yani?

1991 seçimlerinde meclise giren Kürtleri yaka paça TBMM çatısı altından çıkartıp cezaevine tıkmanız bu ülkeye neye mal olduğunu görmediniz mi?

Yasakçı zihniyetin vetolarına uğrayan bir genel başkan birkaç ay sonra bu ülkede 9 yıldır başbakanlık yapmıyor mu?

Kapattığınız partiler bu ülkede iktidara gelmediler mi?

Şimdi de Kürtlerin oluşturdukları bağımsız bloğun adaylarını veto ile siyaset dışına itmeniz ne anlama geliyor ve neyin peşindesiniz?..

Allah akıl versin diyorduk ama eksik dua ediyormuşuz;

Allah size de bize de yetecek kadar akıl versin. Bu kadarıyla olmuyormuş. Hele hele yargı mensubu için hiç mi hiç yeterli değilmiş…

Adamlar size gelip sormuşlar; “bir eksik, bir sorun var mı? Varsa tamamlayıp giderelim” diye. Ve sizler de “”hiçbir eksik ve sıkıntının olmadığını” beyan etmişsiniz.

Peki, bu geçen üç günlük sürede fareler evrakları yemediyse eksik olan ne?

Bu eksikler baştan beri var idiyse neden size sorulduğunda “her şey tamam” dediniz. Eğer eksiklikleri yeni öğrendiyseniz o makamda oturmanız doğru mu?

Aynı YSK bir yılı aşkın süredir cumhurbaşkanının görev süresi ile ilgili tek bir şey söylememişti. En son ısrarlar üzerine “zamanı gelince açıklarız” demişlerdi.

Beyler, o “beklediğiniz zaman” hiçbir şekilde gelmeyecek. Siz Sayın GÜL’ün görev süresi sadece “5 veya 7 yıllıktır” derdiniz, demediniz. Sanır mısınız ki gafil avlama misali ani ve dar sürede açıklayacaksınız da Sayın GÜL ve Sayın ERDOĞAN cumhurbaşkanlığı için kapışacaklar?..

Çok beklersiniz. Ben sizi rahatlatayım;

Ne başbakan ve ne de cumhurbaşkanı sizin bildiğiniz ve/ya tahmin ve temenni ettiğiniz gibi cumhurbaşkanlığı için birbirleriyle yarışmayacaklardır. Nasıl olsa Ak parti’den aday da değilim ve kimse bu söyleyeceklerim için “yaranmak içindir” de diyemeyecek. Onun için kamuoyu beklentisini tatmin eden cevabı ister açıklayın ister “zamanını” bekleyin, onlar kapışmayacaklar. Yani o beklediğiniz “zaman” sonsuza kadar ertelenmiştir.

 O halde nedir bu lakaytsızlığınız? Neyin peşindesiniz?

Aslında plan tutmadı,

Derin güçler YSK’nın bu vetolarıyla bölgede birinci parti olan Ak Parti’yi zor durumda bırakıp oy oranını, dolayısıyla milletvekili sayısını önemli ölçüde düşürmek istemişlerdi. Bununla iktidarın devrilmesini ve/ya koalisyona mahkûm edeceklerdi. Ama BDP’nin açıklamaları derin ağabeyleri “bu sefer de yanlış yaptık, dön baba dönelim” demeye sevk etti.

BDP’nin açıklamaları oyunu bozmakla kalmadı, bu derin güçlerin hesaplarında akıl ve izanı yeterince kullanmadıklarını da plan sahiplerine göstermiş oldu. Çünkü BDP’nin “seçimlerden çekiliriz” resti hesaplanmamıştı. BDP’nin seçimlerden çekilmesi bölgedeki milletvekilliklerinin tamamına yakınını İktidar partisi (Ak Parti) alacak demekti. Hatırlayanlar bilir, 1994 yılında benzer durumda bütün belediyeleri Refah partisi almıştı. Aynı durumun bu kez de Ak Partinin lehine olacağı şüphe götürmez. Bu da Ak Partinin tek başına anayasayı değiştirecek meclis çoğunluğuna sahip olması anlamına geliyor. Plan sahiplerinin amacıyla yüzde yüz ters bir sonuç olacaktı.

Ancak planı yapan derin güçler yedek planı da tedbir olarak tutuyorlardı. Bu süreçte yaşanacak olanlardan hükümeti sorumlu tutup farklı bir yara açma amaçları tuttu. Hem de cana mal olacak şekilde.

Süreci normalleştirmek isteyen siyasilerin yanı sıra sayın cumhurbaşkanı da devreye girip BDP eşbaşkanı Sayın Selahattin DEMİRTAŞ’ı köşke davet etti. DEMİRTAŞ tereddütsüz kabul etti. Ancak tetikte bekleyip tetiği çekenlerin cana kıymasıyla süreç sabote edildi ve DEMİRTAŞ köşk yerine cinayetin işlendiği ilçeye gitmeyi tercih etti. Önceleri devlet erkânını bu tür görüşmelerde caydırmayı esas alan güçler bu kez 12’den vurmayı başardılar. Bir gösterici öldürülerek DEMİRTAŞ’ı köşke çıkmamaya mecbur! ettiler.

Bununla da kalmadı. Adana’da BDP yanlıları protestolarını bölgenin en güçlü İslami STK’sı olan Mustaz’af Der’e yönelttiler. PKK ile Mustaz’af Der geçmişte kanlı bir savaşın tarafları olduklarını unutmayalım. YSK ile Mustaz’af Der’in alakasını kuramadım. Öte yandan diğer cemaatlere yönelik provokatif sloganların neye hizmet ettiğini iyice düşünmek lazım. Samanyolu TV ve Zaman gazetesinin bu kararı nasıl eleştirdiklerini görmemek mümkün müdür? Demek ki hesap tutmayınca “birileri” başka hesap peşinde…

Kim neyin peşinde?

Diyarbakır’da gençleri yenden sokaklara sürme seçimi gerginliklerle geçirmek isteyen çeşitli güçlerin (bu BDP’den ibaret değil) tam da istediği bir karardı.

Bismil’de olayların/eylemlerin ölümle neticelenmesinin ardında hangi güçlerin çıkacağını merak etmiyorsanız süreci doğru okumuyorsunuz demektir. Çünkü “Diyarbakır üşürse bütün bölge değil grip komaya girer”. Bunu bilmeyen güç derin güç olabilir mi?

Evet, Diyarbakır en sakin haftalarını yaşarken bu süreç seçim sonuna kadar kavga değil çatışmalarla isteyenlerin ekmeğine ballı yağ sürmüştür. Diyarbakır 6 bağımsızı seçebilirken şimdi Ak Parti oylarını referandum da dâhil son üç seçimin en kötü sonucuna doğru itmektedir. Ak Parti artık burada çok da rahat seçim çalışmalarını sürdüremeyecektir. Bunun da ötesinde ak Parti ciddi darbe almıştır. Sokaktaki vatandaş nezdinde –ki pek çoğuyla ru be ru görüştüm- Ak Parti seçim barajından tutun değiştirilen anayasa paketinde bu durumları neden göz önünde bulundurmadığının soru ve hesabıyla karşı karşıyadır. İşte hesabı yanlış yapan iktidar partisine bir de YSK kararının vurduğu darbe.

Bunun için akıl dilerken “yetecek kadar istemek lazım” diyorum. Yoksa güdüleriyle de yaşamak mümkün ama ne’ce..?

Bu arada her türlü şiddeti ret ediyorum, hiçbir hak şiddet kullanılarak aranmamalıdır. Ama son YSK kararı dolayısıyla cereyan eden olayların ve maalesef bugün Diyarbakır’ın Bismil ilçesindeki olaylar sonunda öldürülen vatandaşımızın kardeşimizin (İbrahim ORUÇ) sorumluları bu çarpık planın hazırlayıcılarıdır.

Alın size;

Hangi ülke kendi insanına, vatandaşına bu kadar zülüm eder?

Bir ülke kendisine -olmayan sorunlar var ederek- bu kadar haksızlık eder mi?

Bir yargı ülkesine bu kadar hassas olan konularda böyle bir bedel ödetmeye önayak olabilir mi?

Bana başka bir ülkede bunlar var diyorsanız adını söyleyin ben de söylediklerimi geri alayım ve özür dileyeyim.

Boşuna yorulmayın;

Yok…