Victor Hugo’nun o büyük eseri Sefiller sayesinde tanıdık onları. Küçük, çekirdek bir aile. Thenardierler.

Bay ve bayan Thenardierler çocukları ile birlikte bir han işletmektedirler ve çaresiz anne kahramanımız Fantine’nin, olumsuz koşullardan ötürü bakıp, korumaları için emanet etmek zorunda kaldığı küçük Cosette’yi sömürmekle kötülüğün kitabını yazarlar. Fabrikada işçilik yapan Fantine’den para sızdırmak için olmadık yöntemlere başvururlar. Fantine saçlarını kestirip satar, dişlerini söktürüp satar, bedenini döküp satar Thenardierler’e para yetiştirmek için. Ama yetmez. Bu kötülük ötesi aile Cosette’i en ağır ve aşağılık işlerinde karın tokluğuna çalıştırır, çalıştırır, çalıştırırlar. Ta ki bir gece karanlıklar içinden kahramanımız Jan Valjean çıkıp, Fantine’nin son nefesinde yerini söylediği küçük Costte’i bu ızdıraptan kurtarana kadar.

Victor Hugo Thenardier Ailesi’ni kötülüğün ötesi kötülüğün timsali olarak çizer. Onları kötü yapan kâr hırsı, daha fazla ve kolay kazanma hırsıdır. Burjuva değillerdir. Burjuva kültürü ve ahlakından yoksundurlar. Bu hırslı, kasaba esnafı aile gelişmekte olan ticaret burjuvazisinin prototipi gibidir. Talancıdır. Çizgisiz, pragmatist, ahlaksızdır. Savaş sonrası meydana girip ölülerin ceplerini karıştırır. Değerli değersiz bütün eşyalarını çalar. Ölülerin dişlerini bile sökerler. Mezar soyguncusudurlar. Ölü sevici, ölü soyguncusudurlar. Savaşı ve kargaşayı severler. Sonrası kolay mülk edinmek için elverişli koşullar sağlar kendilerine. Her türlü ahlak dışı insanlık dışı kötülüğü bildikleri gibi güçlü karşısında her türlü dalkavukluğu da iyi bilirler. Üç kuruş yersiz kazanç için atmayacakları takla, yapmayacakları kötülük yoktur. Elleri her yere uzanır. Her türlü komployu, entrikayı, ayak oyununu kendi çaplarınca iyi bilirler. Bataklık gibidirler. Sefalet üretip zenginleşir, zenginleştikçe çirkinleşir, kötüleşirler.

Bu kriminal aile, insanlığın bir ucu olarak sivrilirler romanda. Bir yandan büyüyen, bir yandan çürüyen, çürüdükçe azgınlaşan, büyüdükçe insanlık değerleriyle aralarındaki mesafe hızla açılan bir uç. Roman sayfaları arasında artık onlarla karşılaşmak istemezsiniz. Öfkelenir, darlanır, bunalırsınız Thenardierler’den. Ama bir yandan da daha fazla tanımak istersiniz onları. Çünkü etrafınızda, hayatın içinde irili ufaklı onlarca Thenardier ailesi vardır. Esnaf, tüccar, tefeci, vantuz, kene, giderek memur, bürokrat, devlet adamı ve hatta devlet yöneticisi. Soy adları farklı, kendilerine benzer ailelerle bir araya gelip büyük toprakları, çiftlikleri, fabrikaları, işletmeleri yönetebilirler. Romandaki han karşınıza farklı bir mekân olarak çıkar. İşi ilerletip oligarşik yönetimler biçiminde devletleri, ülkeleri de yönetebilirler. Ancak yöntemleri, söylemleri incelse de hep aynı kalır. Thenardierler’dir onlar. Ticaret burjuvasının kasabalı tüccar ağa babalarıdırlar. Hiç yapamasalar savaş çıkarır, kargaşadan nemalanır, ölüleri soyar, bin bir türlü hile ile temize çıkar, hayatlarına devam ederler.

Ancak insanlığın sivrilen diğer bir ucu daha vardır romanda. Marius, Cosette ve o muhteşem Eljorans’ta cisimleşen, insanlık değerlerini, aşkı, emeği ve barışı, her zamanki gibi yönetilmemeyi barikat başlarında savunanların temsil ettiği, ilerleyen, büyüyen, yenilse de yeniden dirilen, doğrulup kalkan, farklı coğrafyalarda, farklı zamanlarda farklı isimlerde cisimleşen yıldızlı ucu. Thenardierler karakterleri gereği, yükselen insanlık gereği yenilmeye mahkumdurlar. Bu gün değilse yarın. Yenilecek, kötülüğün karanlıklarına gömüleceklerdir. Barikatın üzerinde saçları dalga dalga, yüreği patır patır, korkusuz, kafasının içi ışıl ışıl Eljorans, Eljoranslar bize, insanlığa direnmeyi ve kazanmayı miras bıraktılar.

Thenardierler kaybedecek, insanlık ve barış kazanacak. Eljoranslar kazanacak.

Ben demiyorum, Victor Hugo diyor. Sesine kulak verelim.