Türkiye’nin sürdürdüğü Suriye politikasının geleceğini ABD ve Rusya arasındaki pazarlıklar belirleyecektir, demek sanırım çok yanlış olmaz. Safları net olan İran ve İsrail ise bu pazarlıkların dolaylı aktörleridir. Türkiye açısından mesele Suriye’deki Kürtlerin bir statü elde etmemesidir. Türkiye bütün politikalarının ana omurgasını YPG’nin oluşturduğu Demokratik Suriye Güçleri’nin (DSG) tasfiyesi üzerine kurmuş durumdadır. Sınırda yerleşim yeri açma isteğinin de hedefi aslında budur. Erdoğan BM’de yapmış olduğu konuşmada “İsrail’in sınırları neredir bilen var mı?” diye sorarken, Filistin topraklarında İsrail tarafından işgal edilen bölgelerde açılan yerleşim yerlerini işaret etti. Bu haklı soruyu soran Erdoğan’ın kendisinin hayal ettiği, sınırda yerleşim birimleri kurma talebi ‘bu ne yaman çelişki’ dedirtecek cinstendir.

CHP’nin Suriye meselesiyle ilgili yapmış olduğu konferans oldukça anlamlıdır. Her ne kadar sonuç bildirgesi Türkiye iç siyasetinin “hassasiyetlerini” dikkate alarak özenli seçilmiş cümlelerden olsa da. Dünya kamuoyuna verdiği mesaj Türkiye’de siyasi iktidarın Suriye politikalarına destek vermeyen ciddi bir güç vardır demektir.

Uzun zamandır dış siyasetin iç siyaseti belirlediği politik bir atmosfer içinde bulunduğumuzu düşünürsek bu mesaj anlamlıdır. Bu mesajı güçlendiren ise son yerel seçimlerde muhalefetin elde ettiği başarıdır.

Siyasi iktidarın HDP’yi hedef almasının arka planı, saraya karşı oluşan muhalefeti dağıtmayı düşünmesindendir. Millet İttifakı içerisinde yer alan milliyetçi ve ulusalcı kesimleri ayrıştırmak için geliştirilmiş toplumsal mühendislik devreye sokulmuştur.

Demirtaş’ın zaman, zaman yaptığı açıklamalarla bu oyunu bozacak politik değerlendirmelerde bulunması genel olarak muhalefeti rahatlatsa da yeterli olması mümkün değildir. Olması gereken örgütlü bütün muhalif kesimlerin ortak kolektif aklının siyasete damgasını vurmasıdır.

Erdoğan’ın önümüzdeki dönemde AKP içindeki çatlakları da dikkate alarak kaybettiği gücü yeniden toparlamak için yeni senaryo arayışlarına girmesi muhtemeldir.

Byung-Chul Han’nın "Yurttaş tüketici haline gelmiştir. Yurttaşın özgürlüğü yerini tüketicinin edilginliğine bırakır. Tüketici olarak seçmen bugün siyasete, toplumu şekillendirmekte etkin bir rol almaya gerçek bir ilgi göstermemektedir. Ortak siyasi eylem gerçekleştirmeye ne isteği ne de yeteneği vardır. Siyasete sadece edilgin bir biçimde, homurdanarak, şikâyet ederek tepki verir, tıpkı hoşuna gitmeyen hizmet ya da mal sektörüne yaptığı gibi. Siyasetçiler ve partiler de bu tüketim mantığı uyarınca davranır. "Sunmak" zorundadırlar. Böylelikle de tüketici olarak seçmeni tatmin etmesi gereken tedarikçiler durumuna düşerler" belirlemesi Diyarbakır’da HDP önünde eylem yapan annelerin duygularının “tüketici” seçmene nasıl sunulduğunun somut örneğidir.

Saray siyaseti ABD ve Rusya’nın kendi nüfus alanlarını güçlendirmek için yaptıkları, yapacakları ataklar arasına sıkışmıştır. Bu siyasetin manevra alanı giderek daralmaktadır.

Geçtiğimiz günlerde Türkiye’ye gelen ABD kongresi adına çalışmalar yapan düşünce kuruluşu, Barış Enstitüsü’nün (Institue of Peace) hazırladığı rapor ABD Kongresine sunuldu. Institue of Peace Türkiye’de kimlerle konuştuğunu, hangi telkinleri aldığını tahmin edebiliyoruz. AKP gölgesinde siyasi rolünü oynayan, “siyaset bilimci” geçinen, sol adına muhalifmiş gibi duranları havuz medyasından takip ettiğimizde ABD’nin ve AB’nin lobicileri olduklarını anlayabiliyoruz. Binlerce bilim insanının, akademisyenin görevine son verildiği bir ülkede siyaset bilimi demek ki onlara kalmış! Biz biliyoruz ki artık onlar lobicidir. Bunların tam karşısında siyaset yapan, Avrasyacı olarak bilinenlerin ise Antiemperyalist söylemleriyle kendilerini solda tanımlayıp AKP’yi doğrudan destekleyen Rusya taraftarlıklarına şahit olmaktayız. Bunu geçiyorum, asıl meseleye gelelim.

S-400 Hava Savunma Sistemi'nin Rusya'dan satın almasının ardından yaşanan F-35 krizi ile gerilen Türkiye - ABD ile ilişkilerini ABD yeniden gözden geçirmeye hazırlanıyor. ABD tarafından hazırlanan ve ikili ticaret hacminin 100 milyar dolara çıkarılmasını öngören 'serbest ticaret anlaşması' paketinin Türkiye'ye önerilmesi ile gösterilen mavi boncukla sonuç almak istenmekte. İktisadi krizin derinleştiği bu dönemde şirketlerin ağzını sulandıran bu teklifin siyasal etkisini önümüzdeki günlerde göreceğiz. Bu teklifin hemen sonrasında Institue of Peace hazırladığı raporun kongreye sunulması arasındaki bağ, ABD’nin yeni hamleleri konusunda ipucu veriyor.

Bahsi geçen raporda iki önemli vurgu var. Basına yansıyan habere göre "Amerika Birleşik Devletleri, Türkiye-PKK arasındaki barış müzakerelerinin yeniden başlatılmasını teşvik etmelidir" ve "Türkiye’nin meşru güvenlik endişelerini giderin" ifadeleri de yer almakta.

Seçimlerin arifesinde İmralı’dan gönderilen Abdullah Öcalan'ın Suriye'de Türkiye'nin hassasiyetlerine duyarlı olunması mesajını değerlendiren PYD'nin eski eş başkanı Salih Müslim ise “Türkiye’nin topraklarına ya da iç işlerine karışmadık. Öcalan’ın 'Türkiye’nin hassasiyetleri' dediği şeyleri biz de saygıyla karşılıyoruz. Hiçbir zaman tehdit olmadık. O da bizim için bir duyarlılık noktasıydı" dediğini biliyoruz.

Bunun yanına Rusya’dan yapılan son açıklamayı da eklersek sanırım karşılıklı reflekslerin ve taraftarlarının niyetleri daha anlaşılır hale gelir.

Rusya güvenli bölge ile yaptığı açıklamada “Türkiye’nin önerdiği güvenli bölge talebinin haklı olduğunu” ifade etmektedir.

ABD, Rusya buna AB‘yi de eklersek kendi gelecekleri için Türkiye iç siyasetine yaptıkları basıncı hissediyoruz. Ortadoğu halklarının geleceğini kendi çıkarları doğrultusunda belirlemek isteyen bu güçlerin piyonu olanlar uzun süre arada derede siyaset sürdüremezler. Devletlerin yapmış olduğu savaşların adının “Barış Harekâtı” olarak adlandırıldığı bir dönemden geçmekteyiz.

Suriye halklarının geleceğini emperyalist devletlerin ve işbirlikçilerinin belirlemesi halkları birbirine düşman eder. Suriye’de yaşayan Kürt, Arap, Süryani, Ermeni ve Keldani halklarının kendi geleceklerine dair sözünü söyleyebildiği bir siyasal ortamın oluşmasını tereddütsüz savunmak durumundayız.

Ortadoğu halkları oligarşik devletlerin egemenlik ilişkilerine sıkışmış durumdadır. Kürtlerin dışında, halkların kardeşliği temelinde etkili siyasetin toplumsallaştığı bir durumdan da bahsetmek çok zor. Mezhep ve kimlikler arası karşıtlıklarının sınıf mücadelesi ile buluşması şimdilik uzak ihtimal.

ABD’den ve AB’den medet ummak yada ABD emperyalizmine karşı Rusya safında yer almak Ortadoğu halkları lehine siyasetin tükendiği andır. Ortadoğu’da küresel kapitalist şirketlerin tetikçisi durumuna dönüşmüş devletlerin üretecekleri hiçbir sonuç Ortadoğu halklarının özgür iradesini yansıtmayacaktır.

Yapılması gereken demokratik siyasi zemini, en geniş muhalif birliği güçlendirecek politikalar üretmektir. Erken seçim tartışmaları seçimler ne zaman yapılırsa yapılsın hiç bitmeyecektir. Suriye’deki gelişmelerin seçimlerin tarihini etkileyen faktörlerin başında geleceğini söyleyebiliriz. Bu nedenle Millet ve Cumhur ittifaklarının aynı pozisyonlarını korumaları da mümkün gözükmüyor.

Önümüzdeki dönemde yeni bir muhalefet hareketinin inşa edilmesini tartışmak acil görevdir.