Hatırlayın. 

19 Aralık 2000 idi. Soğuk, çok soğuk bir aralık günüydü. Sinsi bir yağmur İstanbul’un üstüne çökmüştü; Bayrampaşa Cezaevi’nin üstüne de devlet...

Hatırlayın ve unutmayın: Bülent Ecevit Başbakandı; Hikmet Sami Türk Adalet Bakanı’ydı; Ali Suat Ertosun Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürü’ydü; Aytaç Yalman Jandarma Genel Komutanı’ydı.

Planlaması aylar öncesinden yapılmış, emri 11 Ekim 2000’de Jandarma Genel Komutanlığı’nca verilmişti. 20 cezaevine eşzamanlı ve eşgüdümlü bir operasyon  hedefleyen ayrıntılı bir plandı. Bayrampaşa Cezaevi’yle ilgili operasyona Tufan, Ümraniye Cezaevi ile ilgili olanına Bora adı konmuştu. Uygulanması için, yani kamuoyu oluşturulması, yani operasyonun psikolojik harekâtla desteklenmesi için iki ay sekiz gün beklenmişti.

19 Aralık 2000 sabahı devletin kahredici gücü Bayrampaşa Cezaevi’nin üstüne tufan, Ümraniye Cezaevinin üstüne bora olup indi.

Cezaevinin tepesinde helikopterler uçtu. Tarih öncesi çağlardan kalma dinozorlara benzeyen dev iş makinaları duvarları, çatıları deldi. Deliklerden içeriye biber gazı ve fosfor bombaları atıldı; lav silahları tutuldu.

12 tutuklu öldürüldü. Kadınların kaldığı C-1 koğuşunda ölen 6 kadın yanarak ölmüştü. Geri kalanlar dövülerek, sürüklenerek, yaralarının üstüne postallarla basılarak götürüldüler; yeni yapılan, badanası kurumamış F tipi cezaevlerine tıkıldılar.

Cezaevlerinin yakınında kuş bile uçurulmadı. Gazeteciler olup biteni yüzlerce metre öteden izlemek zorunda kaldılar. Yani izleyemediler. Ama medyaya sürekli, düzenli bir servis yapılıyordu. Örneğin Çanakkale Cezaevi’nden bir tutuklunun cep telefonuyla öteki cezaevlerine, “Biri kendini yaksın” talimatını verdiği ses bandı TV’lere ulaştırıldı. Deneyimli gezeteciler bu “pırıl pırıl” kaydedilmiş, çok steril ses kaydının sahteliğinden kolayca anladılar. Ama kuşkularını bir yana itip o ses bandını “Bakın örgüt şefleri ne talimatı verdiler” diye seyircilere iletenler de oldu. Sıcak evlerinde, televizyon başında maç izler gibi operasyon izleyen çok kişi o ses kaydına inandı. Mahalle kahvelerinde çok bilmiş, çok zevzek, çok ukala birileri “Abi cep telefonları var; el yapımı uzun namlulu silahları var,  gaz tüpünden bozma yangın bombaları var. Yani bilader devlet ne yapsın...” diye ahkâm kestiler. Kahvedekilerden baş sallayıp onaylayanlar oldu. 

Plan çok iyi hazırlanmıştı. Cezaevlerinde ölüm saçılırken, medya zehirle besleniyordu.

Bu ölümcül operasyonun adı Hayata Dönüş’tü.

*    *    *

Bildiklerinizi özetledim. Üstelik yıldönümü filan da değil. Daha 18 gün var.

Peki niye bu yazı?

Cevap basit. Bu insanlık dışı planı yapanlar, emri verenler, uygulayanlar, utanmadan bir de “Hayata Dönüş” adı takanlar bir suç işlediklerini biliyorlardı. İyi biliyorlardı. Suçu örtbas etmeyi de önceden planlamışlardı.

Operasyonun bittiği saatlerde jandarma bir tutanak düzenledi. Tutanağa göre cezaevindekiler el yapımı silahlar kullanmış, kendi arkadaşlarını ateşe vermişlerdi. Tutanağın altında beş askeri görevlinin adları, soyadları, sicil numaraları ve imzaları vardı. Devlet ciddiyetinin bütün gerekleri eksiksiz yerine getirilmişti.

Ama Hayata Dönüş operasyonundan 10 yıl sonra zor bela, tutukluların, onların avukatlarının inatçılığı ile açılabilen davanın önceki günkü duruşmasında gerçek günışığı gördü. Tutanağın altındaki asker görevlilerden 1988-286 sicil numaralı Başçavuş Macit Sarıkaya 19 Aralık 2000 günü Van Gürpınar’daki Cepkenli Karakolu’nda; 1991-235 sicil numaralı Kıdemli Başçavuş Suat Aykan’ın ise Diyarbakır İl Jandarma Komutanlığı’nda görevliydi. Diğer 3 personelin ise sicil numaraları sahteydi

Yani bu operasyonu düzenleyenler, emrini verenler, uygulayanlar bir suç işlediklerini biliyorlardı.

Tutuklanmış, yargılanmakta olan, belki de beraat edecek, hüküm giyerse giydiği hüküm süresince demir parmaklıklar ardında devletin koruması altında yaşaması gereken 12 yurttaşımızı öldürmüşlerdi.

*    *    *

19 Aralık 2000 idi. Soğuk, çok soğuk bir aralık günüydü. Sinsi bir yağmur İstanbul’un üstüne çökmüştü; Bayrampaşa Cezaevinin üstüne de devlet...

Hatırlayın ve hiç unutmayın...