HDP Mardin Milletvekili Mithat Sancar, 16 Nisan’da yapılacak olan referandumu, Türkiye’nin dış politikasını ve gündemi değerlendirdi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın iç ve dış politikasını değerlendiren Sancar, Erdoğan’ın içerde ve dışarıda gerilim politikası yürüttüğünü savundu.

Sancar, Erdoğan'ın daha önceki seçimlerde de kullandığı bir taktiği var. Bir yandan kutuplaştırma ve yüksek gerilim politikası uyguluyor. Böylece toplumun güvenlik ve istikrar ihtiyacını rehin alarak, bir tür “şantaj yöntemi”yle desteğini artırmayı hesaplıyor. Fakat Türkiye’nin içinde bugüne kadar kullanabileceği bütün kutuplaştırma ve gerilim alanlarını kullandı; yeni bir gerilim alanı yaratması çok zor. Bu nedenle gerilim ve tehdit algısı taktiği için ihtiyaç duyduğu gerilimi dışarıda aramaya başladı” dedi.

Ulusar arası topluma çağrıda bulunan Sancar, “Temel yaklaşımımız, uluslararası ilişkilerin sadece reel politik çerçevesinde ve "çıkara dayalı" bir biçimde yürütülmemesidir. Biz uluslararası kurumlara ve kamuoyuna Türkiye'deki demokrasi, barış ve özgürlük taleplerini destekleme çağrısı yapıyoruz. Bütün dünyada sürdürülebilir istikrarın, ancak adalet, özgürlük ve demokrasi temelinde mümkün olduğunu görmek gerekiyor. Popülist sağın yükselişinin bu açıdan çok ciddi sorunlara yol açacağını düşünüyoruz” dedi.

HDP Mardin Milletvekili Mithat Sancar’ın Washington Hattı’nda yayınlanan röportajı şu şekilde:

*Referandum yaklaşıyor ve yaklaşık bir düzine milletvekiliniz içerde, toplam kaç milletvekili içerde, önce buradan başlayalım?

Eş başkanlarımız Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş’la birlikte toplamda 13 milletvekilimiz tutuklu. Yalnız Yüksekdağ’ın milletvekilliği hukuksuz bir şekilde düşürüldü, yani kendisi şu an resmen milletvekili değil. Mesele milletvekillerimizden ibaret değil, birçok il ve ilçede parti yöneticimiz de tutuklu. Doğrusu tam sayıyı tespit etmek çok zor, her gün yeni gözaltılar, tutuklamalar yaşanıyor. Tahminen 3.000’den fazla parti yöneticimiz ve aktivist şu anda içerde.

*Güneydoğuda çalışma kampanya koşulları nasıl?

Her şeyden önce bu kadar çok sayıda milletvekili ve yöneticimizin tutuklu olması çalışmalarımızı belli ölçülerde zorlaştırıyor. Ayrıca gittiğimiz her şehirde polis kuşatması ve kontrolüyle karşılaşıyoruz. Böyle bir korku atmosferi yaratarak halkı sindirmek istiyorlar. Zaten hükümetin amacı da, partimizi felç etmek, yani fiilen kapatmaktı. Fakat bunların hiçbiri bizi çalışma yapmaktan alıkoyamadı, halkla buluşmamızı engelleyemedi. 21 Mart’ta çeşitli şehirlerde yaptığımız Newroz kutlamalarına yüz binlerce insan coşkuyla katıldı. Bu da açıkça gösteriyor ki, Kürt halkı kendisine dayatılan bu korku duvarını yıkmış. Şimdiye kadar yapılan kara propaganda böylece boşa çıktı. “HDP tabanını kaybetti, halk tepkili” diye propaganda yapıyorlardı. Böyle olmadığını herkes gördü.

*Referanduma dönersek, Anayasa değişikliği geçer veya geçmezse bu iki senaryoyu bize değerlendirir misiniz?

Bu referandumda 'hayır' çıkarsa, her şey birden bire güllük gülistanlık olmayacak şüphesiz, ancak Türkiye’nin normalleşmesinin yolu ciddi biçimde açılacak. Cumhurbaşkanın ve hükümetin politikaları, siyasal zeminde ve toplumsal dokuda çok büyük tahribatlar yaptı. Toplumda çok sert bir kutuplaşma yaşanıyor. Kürt sorununda uygulanan “güvenlikçi politikalar” çok derin yaralar açmış durumda. Şehirler yakıldı yıkıldı, çok sayıda sivil öldü (BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği 10 Mart 2017’de yayınladığı raporda bu “operasyonlar” sırasında çok ağır insan hakları ihlalleri yaşandığını ayrıntılı bir şekilde ortaya koyuyor). Tüm bunları Hayır çıkar çıkmaz onaracağımızı iddia edersek tabii abartmış oluruz. Hatta Hayır çıkarsa, önce bir türbülans yaşanabilir, ama kısa süre içinde bu türbülansın aşılacağını ve hızla normalleşmeye doğru yol alacağımızı düşünüyorum.

Evet seçeneğine gelirsek; evet çıkarsa bu her şeyin sonu olmayacaktır. Eğer 'evet' çıkarsa her şey biter şeklindeki duyguyu ve algıyı hem temelsiz hem de tehlikeli buluyorum. Çünkü tam bir teslimiyet psikolojisi yaratıyor böyle bir duygu. Türkiye’deki demokratlar için tabii işler daha zor olacak, daha büyük sıkıntılar yaşanacak.  Evet çıkarsa, toplumun kutuplaşmışlığı, bölünmüşlüğü perçinlenecek. Bu kadar sert kutuplaşmış ve bölünmüş bir toplumun yönetilmesi, istikrara kavuşturulması çok zordur. Böyle bir toplumda; siyasi ve ekonomik istikrar da toplumsal barış da çok zor sağlanır. Kaosa doğru sürüklenen bir ülkede, demokratik alternatiflerin daha güçlü bir şekilde devreye gireceğini ve uçuruma doğru gidişi durduracağına inanıyorum.

*Son zamanlarda Erdoğan bilinenden daha keskin şeyler söylüyor. Özellikle dış politikayı düşündüğümüzde Avrupa'yla oluşan bu uçurumu nedeninin neye bağlıyorsunuz ve bu uçurumu referandum sonrası kapatabilir mi? Yani Erdoğan yeniden uluslararası alanda bu izolasyonu kendi üzerinden kaldırabilir mi?

Son dönemde büyük tahribatların yaşandığı alanlardan birisi de Türkiye'nin dış ilişkileridir. Özellikle son aylarda bu tahribatların kapsamı da genişledi, boyutları da derinleşti. Erdoğan'ın daha önceki seçimlerde de kullandığı bir taktiği var. Bir yandan kutuplaştırma ve yüksek gerilim politikası uyguluyor. Böylece kendi seçmen kitlesinin kendi etrafında kenetlenmesini sağlamak istiyor. Diğer yandan, tehdit algısı yaratıyor. Ülkenin büyük tehditlerle karşı karşıya olduğu propagandasıyla birlikte kendisini tek kurtarıcı seçenek olarak sunmaya çalışıyor.

Böylece toplumun güvenlik ve istikrar ihtiyacını rehin alarak, bir tür “şantaj yöntemi”yle desteğini artırmayı hesaplıyor. Aynı taktiği bu referandum sürecinde de uyguluyor. Fakat Türkiye’nin içinde bugüne kadar kullanabileceği bütün kutuplaştırma ve gerilim alanlarını kullandı; yeni bir gerilim alanı yaratması çok zor. Açıkçası Türkiye’de gerilim yaratma imkanlarını tüketmiş görünüyor şu an için. Zirveye kadar taşıdı bu yöntemi. Bu nedenle gerilim ve tehdit algısı taktiği için ihtiyaç duyduğu gerilimi dışarıda aramaya başladı.

Güçlü bir dış tehdit, etkili bir dış düşman yaratmaya girişti. Böylece Türkiye’nin milliyetçi muhafazakar kesimlerine ve İslam alemine kendini vazgeçilmez bir lider, büyük bir kahraman olarak sunmak istiyor. Ancak bu sefer ayarı fazlaca kaçırmış görünüyor. Belki de kendi sesinin cazibesine fazla kapıldı. Esasen bütün sınırları kolayca aşabilen bir yapısı var Erdoğan’ın.

Öte yandan yapısındaki pragmatizm ile de, yıktığı sınırları toparlayabileceği gibi bir inancı da var sanırım. Yani ‘Ben şimdi yıkarım, istediğim sonucu alırım, sonra bundan çark ederim, toparlarım’ gibi hesap yapıyor olabilir. İsrail ve Rusya ile yaşanan krizde bu yöntemi kullandı. Gerçi burada başarılı olduğu çok şüpheli, ama en azından bu iki ülkeyle görünürde bir normalleşme ve yakınlaşma sağlandı.

Ancak bu sefer, özellikle Avrupa ülkeleriyle ve Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi gibi kurumlarla çatışmanın dozunu çok yükseltti. Referandumdan sonra yeniden normalleşme hedefine yönelse bile, bunu başarması çok zor olacak. Çünkü ilişkilerdeki yıkımı çok derinlere taşıdı. Türkiye, Erdoğan yönetimi altında sürekli kuşku duyulan, güvenilirliği olmayan, hesaplanamaz hamleler yapabilecek, riskli bir ülke olmaya devam edecektir uluslararası alanda.

*Yani bazılarının söylediği ‘Evet çıkarsa, ülkeye istikrar gelecek’ sözüne katılmıyorsunuz anladığım

Söz konusu değil. Türkiye zaten toplumsal, siyasal ve ekonomik alanda büyük bir istikrarsızlık yaşıyor. Ekonomik ciddi bir sarsıntı, toplumsal alanda büyük bir kutuplaşma ve gerilim, siyasal alanda da bir yönetilemezlik krizi var. Erdoğan’ın “başkan” olmasının bunları dair mantıklı, inandırıcı herhangi bir argümanı yok. Esasen bu ortamı kendi tutumu ve politikaları doğurdu.

Ayrıca şu anda neredeyse sınırsız yetkiler kullanabiliyor ve kendisini denetleyecek bir mekanizma da yok. Peki referandumdan “evet” çıkarsa ne değişecek? Anayasa değiştiğinde bu saydığım konularda hiçbir şey değişmeyecek tam tersine aslında sorunların sebebi devam edecek. Sorunların sebebini ortadan kaldıran bir değişiklik olmayacak. Sorunları yaratan zihniyetin daha da güçlenmesi gibi bir sonuç doğacak. Sorunları yaratan zihniyet güçlendikçe sorunlar çözülmez, daha da kronikleşir.

*İlk defa bu seçimde anladığım kadarıyla Abdullah Gül gibi, Davutoğlu gibi AKP liderlerinin uzak kaldığı ve AKP içerisinde bazı bölünmelerin yaşandığı da söyleniyor, haberleşiyor. Bunlara katılıyor musunuz ve bunların etkili olabileceğine inanıyor musunuz seçimlerde?

Evet, AKP içinde bir huzursuzluk yaşandığına dair çok sayıda veri var. Erdoğan’ın bu politikalarının ve bu gidişatının doğru olmadığını düşünenler elbette var. Şu an partide milletvekili veya başka konumda olanlar arasında da bu rahatsızlığı duyanlar mevcut, ama bunlar şimdilik suskun kalmayı tercih ediyorlar. Fakat partide aktif görev almayan, biraz önce saydığınız isimler bu rahatsızlıklarını açıkça dile getiriyorlar.

Aslında Anayasa değişikliği Meclis’te görüşülürken Erdoğan’dan rahatsızlık duyan kanat, bir hamle yapma konusunda bir tartışma yaşadı. Öyle anlaşılıyor ki hesaplaşmayı ertelediler, referandumdan sonra bir hesaplaşma yapmayı daha uygun gördüler. Dolayısıyla, eğer ‘hayır’ çıkarsa, AKP içindeki hesaplaşma hızlanacak ve çok daha görünür hale gelmesi ihtimali çok yüksek görünüyor.

MHP’deki iç kaynama da, ‘hayır’ çıkarsa artık fokurdama ve taşma noktasına gelecek. Orada da bir ayrışma olacak. Bu ayrışmalar Türkiye’de yeni bir merkez sağ parti arayışının da sanırım somut temellerini oluşturacak. Referandumdan ‘evet’ çıkarsa muhtemelen Erdoğan parti içinde sert bir tasfiyeye girişecek. O zaman da bir ayrışma kaçınılmaz olacak. Kısacası AKP içinde de ‘evet’in istikrar getirme ihtimali pek görünmüyor.

*CHP ile ilişkileriniz nasıl? Anlaşıldığı kadarıyla sizden uzak durmaya çalışıyor, HDP’den uzak durmaya çalışıyor. Bunu neye bağlıyorsunuz?

CHP’nin bizden uzak durduğu doğru, ancak bu bizim açımızdan bir sorun değil. Biz kendi politikalarımızı, kendi programımızı, kendi söylemlerimizi yürütüyoruz. Esasen biz referandum süreci başladıktan sonra da sloganımızı şu şekilde belirledik: Herkesin ’hayır’ı kendine, toplam ‘hayır’ bütün ülkeye! Biz ‘hayır’ cephesinde yer alan hiçbir güçle polemiğe ve çekişmeye girmeme kararındayız. Şu an çok kritik bir evredeyiz. CHP’yle veya “hayır” cephesinde yer alan diğer güçlerle tartışmaları referandum öncesi gündemde tutmanın ülke açısından hiçbir faydası olmadığını düşünüyoruz. O nedenle CHP’nin iyi bir ‘hayır’ çalışması yürütmesinden büyük memnuniyet duyarız.

*Referanduma OHAL şartlarında gidiliyor. Siz bunun seçim sonuçlarının adilliğini etkiyeceğini düşünüyor musunuz? Bu yönde işaretler görüyor musunuz?

OHAL şartlarında adil bir seçim veya referandum süreci yaşamak mümkün değil. Hükümetin ve cumhurbaşkanının çok geniş yetkileri var; yasaklar koyabiliyorlar, baskı uygulayabiliyorlar. Zaten şu anda Hayır kampanyasını yürüten çevrelere karşı yoğun baskılar, sindirme yöntemleri uygulanıyor.  Türkiye, basın özgürlüğü bakımından dünyada sicili en bozuk ülke konumunda. Basının önemli bir kısmını hükümet ve Erdoğan kontrol ediyor. Diğerlerini de korkutarak veya şantajla kendi hizasına sokmayı başarıyor. Dolayısıyla medyayı kullanmak bakımından da evet ve hayır taraftarları arasında çok büyük bir adaletsizlik var.

Bir kritik mesele de Kürt bölgesinde, bunları da aşan yoğun baskı ve sindirme yöntemlerinin uygulanmasıdır. Özellikle devlet görevlileri, karakol komutanları, kaymakamlar, köyleri dolaşarak “evet” çalışması yürütüyorlar, kah korkutarak kah rüşvet vadiyle hayır oyu verilmesini engellemek istiyorlar.

Bu durum, sandık güvenliği konusundaki endişelerimizi, yani seçimlere hile karıştırılması kaygılarımızı büyütüyor. Bütün bunlara rağmen ciddi kamuoyu araştırma şirketlerinin verilerinin hayır oylarının yine de önde gittiği yönünde. Referandumdan “hayır” çıkarsa, bunun meşrutiyeti çok yüksek olacaktır. “Evet” çıkması halinde ise, bunun meşrutiyeti sürekli tartışmalı, her zaman şaibeli olacaktır.

*Uluslar arası topluma bir mesajınız var mı?

Temel yaklaşımımız, uluslararası ilişkilerin sadece reel politik çerçevesinde ve "çıkara dayalı" bir biçimde yürütülmemesidir. Uluslararası ilişkilerde demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi değerlerin ve ilkelerin önemli olduğunu görmek lazım. Bir ülkedeki siyasi gidişatın demokrasiden uzaklaşması, iç çatışma ihtimalinin yükselmesi bütün uluslararası sistemi etkiler. Türkiye’nin bu açıdan özel bir konumu olduğu açık.

Biz uluslararası kurumlara ve kamuoyuna Türkiye'deki demokrasi, barış ve özgürlük taleplerini destekleme çağrısı yapıyoruz. Bütün dünyada sürdürülebilir istikrarın, ancak adalet, özgürlük ve demokrasi temelinde mümkün olduğunu görmek gerekiyor. Popülist sağın yükselişinin bu açıdan çok ciddi sorunlara yol açacağını düşünüyoruz. Erdoğan dünyadaki popülist sağ zihniyetinin iyi bir temsilcisidir. Fransa'da Le Pen, Hollanda'da da Wilders, Almanya'da Petry neyse Erdoğan onlardan farklı değil. Dünyanın yeni bir sağ dalgaya değil, yeniden demokrasi ve özgürlükler eksenine dönmesi gerekiyor.