Ercan Jan Aktaş / Demokrat Haber Paris

3 – 6 Temmuz tarihleri arasında Paris’te Kürt Filmleri Festivali (FESTIVAL DES FILMS KURDES – PARIS) gerçekleştirildi.

Festivali gerçekleştirenler arasında Centre Wallonie – Bruxelles, Institut Kurde de Paris/Paris Kürt Enstitüsü, Cinebej/Kürt ve Fransız Sinema Derneği, Mairie de Paris/Paris Belediyesi de bulunuyordu.

Hüseyin Tabak’ın Yılmaz Güney’in hayatını, kavgasını, sınamasını, hayatına girenleri anlatan The Legend of The Ugly King/Çirkin Kralın Efsanesi belgeseli ile başlayan festival Belçika yapımı Zagros filmi ile bitti.

Festivali Kürt sinemasına dair sözü ve geleceğine dair iddiaları olan iki genç Kürt sinemacısı ile konuştuk. İlk gün Aram Taştekin ile olanı, devamında Ömer Can Jaro ile yaptığımız söyleşiyi paylaşacağız.

Aram Taştekin, Kürt filmlerinin konularını eleştiriyor ve “Kürtler direnmekten başka bir şey yapmıyor mu?” diye soruyor.

Bize kendini kısaca tanıtır mısın? Sinemayla ilişkin nasıl başladı, şimdiye kadar neler yaptın?

Ben Aram Taştekin, tiyatro eğitimim ardından Diyarbakır'da sinema ve tiyatro oyunculuğu yaptığım dönemde aynı zamanda tiyatro eğitmeni olarak çalıştığım belediyeden ihraç oldum. 2016 yıl?nda yaşanan catışmaları konu alan bir belgesel çekmek istiyordum ve o sırada Sur’da işkence edilerek gözaltına alındım. Örgüt üyeliği ile yargılandığım bu dosya ihraç sebebim oldu ve aynı dosyada karşı karşıya olduğum risklerden dolayı Fransa’ya iltica ettim. Yaklaşık iki yıldır burada yaşıyorum tiyatro eğitimime devam ediyorum Paris 8 üniversitesinde. Aynı zamanda sinema ve tiyatro alanında oyunculuk yapmaya devam ediyorum.

Sinemaya olan ilişkim belki de her Kürt gibi Yılmaz Güney ile başladı. Onun filmlerini hep inceliyordum, belki de oyuncu olmama o sebep oldu :) Yaklaşık on yıldır da oyunculuk yaptığım için sinema, senaryo, hikaye, karakter ve dramaturji ile içli dışlı bir yaşamım var. Hemen her hafta bir film izler Kürt sinemasını yakından takip ederim.

Paris’te gerçekleştirilen Kürt Film Festivali’ne izleyici olarak katıldın, neler izledin, izlediklerine dair neler söylemek istersin ?

Yılmaz Güney Efsanesi, Reşeba, Are You Listening Mother, The Stain, Renksiz Rüya, House Without Roof, Pantör filmlerini izledim. Sanırım ilk yıl olması itibariyle biraz aksaklıklar oldu ama nihayetinde şeytanın bacağını kırdık diyelim. İzlediğim filmlerin bazıları çok iyiydi mesela Renksiz Rüya ve Yılmaz Güney Efsanesi. Gerçekten Hüseyin Tabak'ı tebrik ediyorum uzun soluklu ve iyi bir iş olmuş. Özellikle belgesele çalışma tarzını da koymasını ben çok beğendim. Bir izleyici olarak hep merak ederim belgesel filmlerinde izlenen metodu az da olsa filmde görmek isterim. Renksiz Rüya filminde beni mutlu eden bir şey vardı, karakterler net ve güçlüydü. Genelde Kürt sineması ve edebiyatında bu anlamda hala biraz yol kat etmemiz gerekiyor. Maalesef karakterler çok iyi işlenmiyor ve bu dramatik olarak da bir zayıflık yaratıyor.

İzlediğim kısa filmler fena değildi. Ben kısa filmlerin sinemaya çok katkı sağladığını düşünüyorum, bu yüzden desteklenip çoğaltılmalı. Festival ekibine de bu vesile ile teşekkür ederim önümüzdeki sene için de mutlaka kısa seçkisi olsun. Reşeba filmi ile ilgili söylenecek çok şey var aslında ama bunu başka bir yazı ile yazmayı düşünüyorum. Yalnız şunu da söylemeden geçmek istemiyorum. Gerçek hikayeler çekmek iyi bir araştırma ve iyi bir yöntem izleme ile olur. Reşeba filmi bu anlamda çok eksik kalmış. Son yıllarda ortaya yeni bir tarz çıktı, bir olay daha bitmeden filmi yapılıp kitabı yazılıyor. Kanımca biraz demlenmeye bırakmak gerekir. Olayın sonuçlarını görmek onu sorgularken de sosyolojik kısımlarını ele almak lazım. Êzîdî katliamını biz hepimiz canlı yayında izledik zaten sinemada bunu tekrar görmek istemiyorum. Bu katliam sonrası neler değişti onu görmeyi daha çok tercih ediyorum. Çünkü burada çelişkiler yumağı çıkacak ve bu bir senarist için bulunmaz Hint kumaşı.

Avrupa’ da son yıllarda birçok ülke/şehirde Kürt Filmleri Festivalleri düzenleniyor, bunları izleyebiliyor musun? Bunlara dair neler söylemek istersin?

Maalesef hala Fransa dışına çıkamıyorum bundan kaynaklı da bu festivalleri takip etme olanağım çok yok ama dediğim gibi Kürt sinemasını yakından takip ediyorum. Avrupa gibi bir alanda bunların olması çok sevindirici. Sonuçta sanat dediğin olay bir birine dokunmaktır, festivaller de bunun için bir araçtır. Umarım bu festivaller çoğalır ve her gün daha da profesyonel bir hal alır.

“KÜRTLER DİRENMEKTEN BAŞKA BİR ŞEY YAPMIYOR MU?”

Kürt sinemasında bir değişim, dönüşüm var mı, bu konuda neler düşünüyorsun?

Kürt sinemasında bir gelişme ve dönüşme söz konusu ama hala aynı tarzda ısrar var. Bir zamanlar hep eski ses kaydı ve dil üzerine yapılan filmler vardı, artık bunların yerini savaş ve sürgün filmleri aldı. Yani Kürtler gündeme göre film yapıyor diyebilirim. Yalnız belirtmek isterim ki bu bir itiraz değil zaten gündemden kopuk yaşamak çok zor Kürdistan gibi bir yerde. Filmlerin konusu genelde bu çerçevedeyken insan merak ediyor Kürtler direnmekten başka bir şey yapmıyor mu? Biraz daha gündelik hayattan filmler görmek hiç de fena olmaz. En sıradan günlük yaşantıya bile bir bakıyorsun ya bir gerilla ya da Peşmerge olayı giriyor, bu nerden çıktı diyorsun. Umarım ileriki zamanlarda bu tarz hikayelerin olduğu filmleri görürüz. Ali Kemal Çınar bu işleri iyi yapan biri ve filmlerini de festivallerde görmek fena olmaz.

Son olarak Kürt sineması dört parçada ve Avrupa’da daha çok ilişki içine girmeli, her yapımcı, yönetmen, oyuncu birbiri ile yakından ilişki kurmalı ve birbirinin işine destek olmalı. Mesela filmlerimizde dört parça direnişi izliyoruz da neden birlikte sinema alanında direnmiyoruz? Sanat değil midir sınırları anlamsız kılan? O halde ne duruyoruz, haydi kucaklaşmaya.

2. Röportaj: Kürtler ekmek almaya da gidiyor, basur da oluyor!