Başlangıçta oldukça keyifli ve heyecan verici bir aktiviteydi benim için. Çünkü farklıydı ve beni İstanbul’un trafiğinden kurtarıyordu. (Toplumun geneli için hâlâ farklı ve beni trafikten kurtarıyor fakat bisiklet üstünde geçen binlerce kilometre sonrasında artık benim için rutin veya normal hale geldi.) Son zamanlarda bisiklete binmek o kadar keyif vermiyor. Bunun başlıca etmeni bisikletin benim için ulaşım aracı haline gelmesi. Spor, gezinti vb. amaçla değil, işime gidip gelmek için kullanıyorum. Araba sürmek, dolmuşa binmek gibi seçeneklerden amaç açısından farkı yok. Gerçi özellikle yazın zaman zaman erken işler veya sabah işyerinden başka bir yerde olmam gerektiği durumlarda bisiklet kullanamayınca hele bir de 16B’ye binmişsem bisikletin ne büyük bir nimet olduğunun tekrar tekrar farkına varıyorum.
Bisikletten keyif almamı engelleyen diğer bir husus da ilk bisikletim olan Sedona (301)’nın aksine 2014 Mayıs sonunda aldığım Kron’un (TX 250) bir yıldır durmadan arıza çıkartarak zaman zaman beni candan usandırması… Geçen yaz boyu göbeklerle uğraştım. Bu yıl ise bitmek bilmeyen arka lastik patlaması ve hava inmesi sorunu var. Aynı yolu Sedona ile 6 ay sürdüm tek lastik patlamadı, hava inmedi. Kron ile her hafta 1-2 kere sorun yaşıyorum. Fakat bu süreçte lastik tamiri ve bisiklet tamiri konusunda epey ustalaştım :). Sedona kullanırken pompa kullanmayı bile bilmiyordum…
EKİPMAN
İki yıl geçti. İlk bisiklet emanetti, iki tekerlek takılmış bir demirdi ve bu kadar kondüsyonla şuanda o bisiklet beni çok zorlar.. Üstümde bisiklete dair bir şey yoktu. Günlük ince bir kazak, kot pantolonu ve altına spor ayakkabı… Kask, eldiven, zil hak getire… Hak getirdi hakikaten… Otobüs paralarından biriktire biriktire kask, eldiven, şort, tayt, alın bandı, ışık, yeni bir bisiklet, tamir ekipmanı gibi gerekli olabilecek her şeyi aldım… UCI lisanslı bisiklet sporcusu gibi görünmedim, görünmemeye özen gösterdim. Sanırım -özellikle giderek ufalsa da göbeğim sayesinde- öyle de görünmüyorum… Çünkü bisikletli ulaşımın ülkemizde, dünyanın aksine “zenginlerin işi” görünmesi beni de rahatsız ediyor ve bu algının değişmesi gerekiyor. (Yol-Yarış Bisikletçileri ve Bisiklet Sporcuları alınmasınlar. Burada hedef yazları haftada bir gün 3-5 km sürdüğü bisiklete 3-4 bin, kıyafet ve ekipmanlara 1-2 bin lira verenler)
Bisikletli ulaşım İstanbul’da da parası olmayanların özellikle yapabileceği, yapması gereken bir iş. Bunu “Bisiklele Ayda 1.000 Km yol almak” başlıklı yazımda ayrıntılı olarak ele almıştım. Bisikletle işe gitmek için başlangıçta ucuzluk marketlerinde satılan 150 liralık bisikletlerden veya ikinci el bir bisiklet işinizi görür. Sonra dolmuş veya otobüs paralarından biriktirdiklerinizle kendinize daha iyi bir bisiklet alabilirsiniz, tabii isterseniz. Fakat öncelikle kask ve eldiveni muhakkak alın. Zaten kasklar 40-50 liradan eldivenler de 20 liradan başlıyor. Hatta gidip 5 2-3 liraya bir inşaat eldiveni alıp parmaklarını keserek bile kullanabilirsiniz. Bu eldiven de düşerseniz elinizi yaralamaktan korur. Asıl amaç bu, bilek yorgunluğunu azaltmak ikincil amacı… Kask konusunda ise baret almanızı önermeyeceğim tabii ki, bisiklet kaskının iyi bir koruyucu olması lazım. Bu nedenle bisiklet kaskı alın.. (2.10’dan 10 günlük gidiş geliş akbil parasına alabilirsiniz)
Önemli bir ekipman da zil. 5-6 liradan başlıyor. Başlangıçta şart olmayabilir fakat önünüze çıkan yayaların sürüş hızınızı düşürmemesi ve temponuzu korumak için yararlı…
Bunların dışında formaymış, taytmış, bisiklet ayakkabısıymış.. Şart değil… Formaları ilk kez geçen yıl aldım fakat genelde tişört giydim, taytı alalı ise bir ay bile olmadı… Onu da pişik nedeniyle mecburiyetten alıp giymeye başladım..
SAYGI
Bisikletle işe gitmek yani bisikletli ulaşımın dolayısıyla trafiğin bir parçası olmak saygı ve sorumluluk gerektirir. Bunlar binlerce liralık ekipmanlardan daha önemlidir… Dahası parayla satın alınamıyorlar… Bununla ilgili 12 Ağustos 2014’te Facebook’ta Bisikletli Ulaşım Platformu sayfasına yaptığım paylaşımım ne demek istediğimi daha iyi anlamaya yardımcı olabilir:
12 August 2014 · Istanbul
Pazar akşamı Rumeli Feneri turundan dönerken ilk kez geç saatte (21:30 civarı) her gün sabah(8-9 arası) ve akşam (17-18 arası) kullandığım Caddebostan-Pendik bisiklet yolunu kullandım.
Bostancı’ya kadarki kısımda bisiklet kullananlar o kadar yoğundu ki yayalar bisiklet yoluna girmiyordu. Fakat bisiklet kullananların kendisi faciaydı. İstanbul trafiğinde E-5’te veya TEM’de araba kullananlar ne yapıyorsa aynısı yapılıyordu: Makas atanlar, soldan gidenler, tek şerit gidilmesi gerekirken arkadaşlarıyla 3 şerit gidenler, (grupta defaatle dile getirildiği gibi) fener yerine projektör taşıyıp onu göz hizasına nişanlayanlar, yayaların üstüne çıkma riskine rağmen sağlama yapmaya çalışanlar…
Bu gördüklerim Türkiye’de bisikletli ulaşım yaygınlaşırsa kelebekler uçuşur romantizminden uyanmamı sağladı. Sonuçta insan kaynağı aynı ve aynı eğitimden, aynı kültürden geliyor… Sadece taşıtın biçimi ve sürati değişecek..
* * *
Bostancı’dan sonraki kısımda ise durum değişiyor. Yine grupta defaatle dile getirilen mangalcılar, ip atlayanlar, top oynayanlar, (Küçükyalı Suürünleri kooperatifinin orda bisiklet yolunda teyzeler gözleme yapıyordu) yürüyenler…
Bu yolda akşam-gece bisiklet süren herkesi cesaretlerinden dolayı tebrik ediyorum, bisiklet yoluna girenleri eleştirirken bisiklet yolunda bisikletlilerin yaptıkları konusunda da kendilerine eleştirel gözle bakmalarını diliyorum.
SONUÇ
Özetle bisikletle işe gidip gelmekten korkmayın ve bu durumu gözünüzde büyütmeyin. Benim evim de sahile yakın değil. Fakat özellikle giderken sahile ulaşmak için bir yokuştan hızlı inme keyfi yaşatıyor. Akşam ise yokuş çıkma pratiği sağlıyor…
Gerekli olan tek şey bir bisiklet, biraz aziz ve az cesaret… Çokça da saygı, dikkat ve sorumluluk…