Aslında soruyu şu şekilde de sorabiliriz:

Özgecan’ı niçin kurtaramadık?

Çünkü, daha ilköğretim çağındayken, birçoğumuz etek kaldırmaca oyununu oynadık. Bu etek kaldırma seansını yaşayan kız arkadaşlarımızın yüzündeki “vahşi aslanların pençesine düşmüş ceylan ürkekliği”ne kahkahalarla gülerek, çocuk yüreklerimize egemen eril kültürü ince ince işledik.

Çünkü, Fen Bilgisi derslerinde “üreme” konusu işlenirken, kızların mahcup ve suçlu yüz ifadeleri, bizim sinsi tebessümlerimiz ve imalarımız karşısında büyüdü de büyüdü…

Çünkü, “Fatmagül’ün Suçu Ne” dizisindeki o büyük trajediyi gülerek izledik. Hatta “Fatmagül’ün suçu yok, biz onu Bihter zannettik hahahaha” şeklinde espriler üretip kendi zekamıza hayranlık duyarak kahkahalar attık…

Çünkü, sokak ortasında Kürtlere, Alevilere, Ermenilere, eşcinsellere ve bilumum “ötekiler”e yönelik açık saçık küfürler, alçaklık ve namussuzluk olarak değil, “vatanseverlik” olarak görüldü. En okkalı küfrü savuran, en yaratıcı fantezileri dile getirenler en büyük vatanseverler olarak görüldü…

Çünkü, daha birkaç yıl önce iktidar partisinin Rize Belediye Başkanı “Herkes ikinci karıyı Doğu’dan alırsa Kürt meselesi halledilir” dediğinde, bunun bir anlık bir dil sürçmesi değil, iktidarın kadına ve bir bütün olarak halka bakış açısı olduğu gerçeği üzerinde pek de fazla durmadık…

Çünkü, çocuk yaştaki kızlara tecavüz eden insan müsveddelerine, mahkemeye kravat ve takım elbiseyle gelip hakim karşısında el pençe durdukları için “iyi hal indirimi” yapıldı. Hatta yaşadığı travmadan dolayı “olayın vuku bulması esnasında” dili tutulan kızların sessizliği “rızası olduğuna” delil olarak görüldü / gösterildi…

Çünkü, 12 Eylül’ün o kopkoyu karanlık günlerinde, tutsaklara copla tecavüz edildiği yönündeki iddialar karşısında, bir generalin “Copa gerek yok, bizim taş gibi delikanlılarımız var” şeklindeki cevabını unuttuk. Oysa en üst perdeden savunuluyordu tecavüz, hatta daha uygun ve etkili yöntemlerinin de olabileceği anlatılıyordu soğukkanlılıkla; belli ki üzerinde çalışılmıştı…

Çünkü, bu ülkenin Başbakanı Polis şiddetine uğrayan genç bir kadından bahsederken “Kız mıdır, kadın mıdır” diye kendi zihniyetine uygun bir kategorizasyon yaparken, “ahlak ve namus” sınırlarını da belirledi. Ve sınırın öte tarafında kalanlara yönelik her türlü muamelenin de önünü açmış oldu aslında…

Çünkü, eril zihniyet ve tecavüzcülüğü toplum olarak o kadar çok kanıksamıştık ki, Kars’ta tecavüze uğrayıp vahşice katledilen çocuğun “erkek” oluşuna şaşırdık, tecavüzün kendisine değil…

Çünkü, devrimcilere, yurtseverlere, sosyalistlere her türlü muamele reva görüldü. Devlete karşı gelenler devletin gazabına uğramalıydı. Ve en büyük gazap da polislerin “Size polis çocuğu doğurtacağız, durun siz!” şeklinde ifade edildi…

Çünkü, televizyon ekranlarında, kendi anasının diz kapaklarından bile tahrik olabileceğini bizzat kendi ağzıyla söyleyen adamları gördük. Ki bu adamlar ülkedeki egemen siyasal-kültürel iradenin bir parçasıydılar…

Sonuç?

Sonuç ortada:

En tepede “Kız mıdır kadın mıdır” zihniyetinden kurtulamamış bir devlet; orta katlarda pembe otobüsleri, etek boyunu tartışan bir medya; en tabanda ise kısa etek giyen, yüksek sesle gülen “o biçim” kadınlara her şeyi reva gören gerici-faşist kitle kültürü…

Ve “bir gün benim başıma da gelir mi” korkusunu artık daha fazla hisseden, yaşamı tedirginlikle geçen, her adımını kontrol etmek zorunda hisseden milyonlarca kadın…