Rakiplerine “koyanlar”

Adam maç sonrası takımının galibiyetinden duyduğu gururla “Nasıl koyduk size ama...” diye bağırıyor karşısındakine. Bunu söylerken vücuduyla “koyma” hareketini yapmayı da ihmal etmiyor tabi. Basit bir sokak argosu ve sıradan bir beden dilinden öteye gidiyor bu “koyma” tiyatrosu. Defalarca yapıyor aynı hareketi ve muhatabının sinirleri gittikçe bozuluyor haliyle. Sonra karşılıklı “koyma”lar yarıştırılmaya başlanıyor. “Geçen sene de biz size aha bööle bööle koymadık mı lan, hem de sizin sahanızda! Kendi evinizde olumm!” minvalinde devam ediyor bu diyalog...

Gündelik hayatın en alt katmanındaki kitle kültüründe her gün onlarca benzerine şahit olduğumuz bir diyalogtur bu. Hatta artık sıradanlaşmıştır çoğumuzun gözünde, kısmen kanıksamışızdır da. Zaten mesele yalnızca argo ve küfür meselesi değil burada. Esas dikkati çeken şey, bir galibiyeti veya zaferi anlatmaya çalışırken kullanılan dilin cinsellik - eril cinsellik olması.

Eril tribünlerin kimlikleşmesi

Tribün tipi erkekliğin örneklerini gazetelerde de çokça gördük aslında. Fanatik gazetesinin meşhur “Bunlara bir çakmak lazım!” manşeti, en uç ve en pespaye örneklerden biri olarak tarihe geçmişti zaten. 2008 yılındaki Hırvatistan maçıyla ilgili bir manşetti bu ve yine Türk’ün gücünü Avrupa’ya gösterirken, gücü ve iktidarı en iyi ifade eden eril dil tercih ediliyordu. Ki maçın yapılacağı yer de Viyana idi! Hani iki kere kapılarına kadar dayandığımız, Devlet-i Aliyye’nin tarihine altın harflerle yazılmış “Viyana Kuşatması”nın Viyana’sı! Bu üçüncüsü olacaktı işte. Ve bu sefer Viyana’ya gidecek, onlara gücümüzü gösterecek, hepsine “çakacaktık”...

Tribün tipi erkeklik, bir spor gazetesinin manşetinde tüm özellikleriyle görünüyordu ve faşizme kan taşıyan kitle kültürünün duygularına tercüman oluyordu. Ya da -belki de- o duyguları üretiyordu!

Tribünler erkektir

Evet... Tribünler erkektir. Ve devletin-iktidarın fetihlerinde, seferlerinde, zaferlerinde olduğu gibi, takımın galibiyetini ifade eden dilde de bariz bir erkeklik vardır. İnsanın cinsel varoluşunu “bir erkeğin bir kadın üzerindeki zaferi” olarak gören eril-iktidarcı zihniyet, rakibe “koyan” takımını da, tıpkı devletini yücelttiği gibi yüceltir. Tam bu noktada tribün kültürü, milliyetçi-fetihçi karakter özelliklerini bir de erkekliğin gücüyle taçlandırarak taraftarlığa bir cinsiyet kazandırmış olur. Bu, o kadar yaygın kabul görmüş bir özelliktir ki “taraftar” ve “erkeklik” mefhumları bir araya gelerek yeni bir kimliği oluşturma aşamasına gelir artık. Bu kimlik, kendi erkekliğini de taraftarı olduğu takımın simgesi ve renkleriyle icra etme şeklinde tezahür eder... Artık yepyeni bir “özne” olma biçimi inşa edilmiştir ve piyasada bunun bir yeri olmalıdır! Hem bu kimliği inşa edip durmaksızın yeniden üretmeli, hem de bundan ciddi bir kâr sağlanmalıdır!

Bir örnek: İhtiyaca yönelik kimlikler

İsmi, dünyanın en etkili 100 kişisi arasında anılan Marian Salzman “metroseksüel” kavramını icat ettiğinde, bunun Doğu tipi erkeklere uymadığı konuşulmuştu. Ama üzülmeyelim, çaresiz değildik! Güleryüzlü modern kapitalizm, içerisinde “bize uygun” bir özgürlüğü rahatça yaşayabileceğimiz bir kimlik icat ederdi bize. Nitekim edildi de! Doğu’nun tarihsel-kültürel özelliklerine uygun, geleneksel erkek reflekslerini ön plana çıkaran “daha adam gibi” bir erkek tipi önerildi: “Überseksüel”! Bu sefer tarz tuttu ve maço bünyeler bu tarzı içselleştirmekte zorlanmadı; bünyeye uygundu çünkü... Daha sonra kavram markalaştı; markalar üzerinden ihtiyaçlar yaratıldı; ihtiyaçları karşılayan giyim tarzları, parfümler, yenilecek yemekler, davranış biçimleri ardı ardına sürüldü piyasaya. Böylece biz de kendi reflekslerimizi rahatça sergileyip özgürlüğümüzü yaşayabileceğimiz bir çerçeveye, bir tarza sahip olduk.

Takımının renginde prezervatif!

Artık bu konuda Salzman’ın öngörülerine ve düşüncelerine ihtiyacı yok kimsenin. Piyasada kendiliğinden işleyen bir mekanizma ortaya çıkmış durumda. Ve bu konudaki profesyonellik her geçen gün artıyor! Tutulup tutulmayacağı bilinmez ama, takım rengindeki prezervatifler bizim tribün tipi erkekliğimize uygun görünüyor bence.

Neden mi?..

Bir kere bizim erkeklik duygularımız çok güçlüdür. Biz sadece cinsiyet olarak erkek değiliz. Devletimiz, toplumumuz, hayatı algılama biçimimiz, insanlarla ilişki kurma tarzımız, beden devinimlerimiz erkekçedir. Ve en önemlisi de en tabanda, gündelik hayatımızın her anında erkeğiz! Zaferlerimiz erkekçedir.

Halı sahada maç yaparken “kız gibi” top oynayanı futbolcudan sayıp pas vermeyiz mesela. Ya da kahkahalarla gülen bir arkadaşımız varsa onu hemen “adam gibi” gülmesi konusunda uyarırız. Bir cinsiyet olmaktan öte, toplumumuzun değerler skalasındaki en üst mertebe olan erkeklik hak edilmelidir! Ve bu erkekliğin en üst ve örgütlü biçimi olan devletimiz, en değerli varlığımız olmaktan da öte, değerin ta kendisidir bizim için! Bu yüzden futbol maçlarımız da birer fetih, sefer, milli zafer kıymetindedir. Her maç erkekçe bir savaştır aynı zamanda.

E o zaman...

Madem taraftarlığımızı icra ederken takımımızın renklerine deli gibi bağlıyız; neden bu “gururu” prezervatif seçimimizde yaşamayalım ki! (Sağolsun tuttuğumuz takım, bize böyle bir gururu yaşama fırsatı vermiş) Böylece hem takımımıza bağlılığımızı kanıtlamış oluruz, hem de erkekliğimizi taraftar kimliğimizle bütünleştirmiş oluruz. Hem daha erkek, hem daha taraftar. Her ikisini aynı anda ispat etmenin müthiş gururu! Tek bir prezervatifle çifte zafer! Bundan büyük mutluluk mu olur?...