Aylardan bu aydı yine.14'ü geçe, 15'e kalaydı zaman. Bir ayağı kırık masanın dengesini kuruyorduk takvimin son yaprağında... Ne masaydı esas olan ne de bu aydı gerçek zaman... 

Özlemekti aslında umudumuzu uyandıran.

Neden sayardık ondan geriye? 

Ve neden sarılırdık saat 24.00'ü bir geçe en sevdiklerimize?

Anlatılmış masalların korkusuydu belki de, ne prens kalacaktı geriye ne de bir ayakkabı olacaktı elimizde...

Yeni yıl akşamıydı; biraz düş biraz masaldı yine. Tek gerçek; bir ayağı kırıktı masanın...

Bir ucunda Ahmet abi oturuyordu, önünde bir kadeh elinde yarım bir sigara ve sakalları pas içinde. Sol yanında Yusuf abi, soytarılık etmeden güldürebiliyordu bizi ve ekmek çalmadan doymuştuk çoktan.

Bir ayağı kırıktı masanın, ama sallanan tek şey beyaz bir mendil parçasıydı...

Kapı aralandı birden Deniz girdi içeriye, hayli yorgundu, parkasına uzattım elimi asayım diye;

- "kalsın..."dedi 

- "sen asma.." 

Haklıydı belki de umudu asabilirdim sadece, üzerimden çıkarıp bir başka yere...

Yusuf'dan Hüseyin'den selam getirmişti bizlere...

Şarkışla yolu kapanmış, kar yağmış çoktan, üzülmüşler gelemediler diye...

Ne güzeldi yeni yıl soframız, onlar söyledi ben dinledim yine.

Ahmet abi dokundu bağlamanın teline, "makamı yok, dem tutulmaz..."

Kapı çaldı son kez, iyi insan gelmişti adının üzerine.

Hoş gelmiştin Yılmaz abi masalımın içine...Beyaz perdemin önündeki koltuğa buyur ettim...Yol-dan gelmişti dinlensin diye...

Dakikalar kalmıştı yeni yıla ve ondan geriye doğru gitmeye...

Akrep ve yelkovan buluştuğunda, her şey gerçeğe dönüşmüştü yine...

Perdemin önünde bir bağlama, askıda bir parka, sürgünde hayallerim, elimde bir kitap ve köşede bir ayağı kırık bir masa...

Güneşi yontarak ışık tutulan yollara umut ekilecek nice yıllar güzel Ülkem...