Cumartesi günkü Diyarbakır’ın bundan birkaç ay önceki Suriye şehirleri Hama’dan, Homs’tan bir farkı var mıydı?

Yoktu.
Koca şehirde kepenkler yüzde 80 oranında inmiş, şehrin kapılarında çeşitli illerden takviye gelen polisler, bölgenin her köşesinden mitinge gelen insanların önünü kesiyor, şehre sokmuyor. Şehrin içinde, tazyikli su, gaz bombası, cop her yerde, her köşede.
Bundan 20 yıl önce kocasını bir ‘faili meçhul’de kaybetmiş olan bir milletvekili, Pervin Buldan’ın ayağı kanlar içinde yerde kıvranırken görüntüleri tüm dünya ajanslarında. 

Yaralı kadın vekiller
Geçen yıl, Batman’da bacağına polisin gaz bombası isabetini almış, bacağını kaybetmek tehlikesi atlatmış bir başka kadın milletvekili ve Anayasa Hazırlık Komisyonu üyesi Ayla Akat, bu kez, gözüne tazyikli su yemiş, gözünün korneası zedelenmiş, yüzü mosmor, hastanede. Yanında bir kadın milletvekili daha, Mülkiye Birtane, aynı durumda.
BDP Eşbaşkanı Gültan Kışanak’ı polis sürüklemiş, duruma müdahale etmek isteyen diğer eşbaşkanı Selahattin Demirtaş tazyikli su yemiş, sıkılsıklam. Şehrin iki kez yüzde 70’e yaklaşan muazzam bir oy oranıyla seçilmiş Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir’in farklı fotoğrafları; vücudunu polise siper etmişken ve bir de hastanede...
Şehrin atanmış valisini gören yok. O yönetmekle görevli olduğu şehrin savaş alanına dönmüş olmasından sorumlu, İstasyon Meydanı’ndan Sümerpark’a, Kayapınar’dan Bağlar’a gazlar, tazyikli sular ve coplarla saldıran güvenlik güçlerine kapalı kapılar arkasından kumanda ediyor olmalı.
Bir iddiaya göre, Nevruz’un ‘intikamı’ alınmış. Nevruz’da mülki idare, kutlamaları engellemeye kalkmış ama 1 milyona yakın insan selinin altında kalmışlardı. Bu kez, ne yapıp yapıp, BDP’nin mitingini yaptırtmayarak “Devlet halktan daha güçlüdür” mesajını vermek istemişler anlaşılan. 

Diyarbakır’da devlet
Barışçıl gösteri yapmak isteyen insanların önüne, gaz bombaları, tazyikli su sıkan hortumlar, coplar, zırhlı ekipler ve panzerlerle dikilirsen, 85 kişiyi içeri atacak kadar pervasızlaşırsan, milletvekili falan dinlemeyip hoyratlaşırsan öyle sanılır. Oysa Suriye’de Başşar’ın devleti, Hama’da, Homs’ta, İdlib’deki halktan ne kadar güçlüyse, Diyarbakır’daki ‘devlet’ de Diyarbakır ve bölge halkından o kadar daha güçlüdür.
Yani esas olarak ‘güçsüz’dür. Bir siyasi partinin barışçıl gösterisini yasakladığı için, yasağı uygulamak amacıyla güç kullanmak zorunda kaldığı için güçsüzdür.
Ramazan ayını vesile yapıp ‘silahların susturulması’nı talep etmek ve ‘ateşkes’ çağrısında bulunmak için bir ‘aydın girişimi’ başlatılmış; ‘imza’mı istediler. “Koyun” dedim, “ne de olsa, bunca yıldır Kürt sorununun siyasi çözümü için uğraşıyoruz. Silahlar konuşurken sağlıklı müzakere yapılmaz. Öncelikle diyalog iklimi lazım. Silahların susması iyi olur. Ramazan ayı da buna vesile olsun.”
Tabii ki ‘şiddet’in sadece ‘Dağdakiler’in silahlarının namlusundan çıkan kurşun ile simgelenmediğinin farkındayım. Müthiş bir nefret birikimiyle, Diyarbakır’da –ve bölgenin herhangi bir yerinde- güvenlik güçlerinin kadın milletvekillerine biber gazıyla, tazyikli suyla saldırmaları, bacaklarını kırmaları ‘şiddet’in ta kendisidir. 

Şartlı ateşkes çağrısı
‘Ateşkes’ çağrısına imza vererek katılıyorum ama bu köşeden ilan ediyorum: Diyarbakır’da halka ve meşru temsilcilerine karşı yürütülen saldırının sorumlularının ortaya çıkarılması ve cezalandırılması şartıyla ‘ateşkes çağrısı’na evet!
Ramazan geldi, bu vesileyle “Dağdakiler ellerini tetikten çeksinler” çağrısında bulunmak doğru ama bu, ramazan arifesinde Diyarbakır halkına orantısız ‘şiddet kullanılması özgürlüğü’ne göz yummak anlamına gelmez, gelmemelidir.
Başbakan’ın elindeki iktidar gücü, arkasındaki seçmen desteği ve taşıdığı sıfattan ötürü ‘Kürt sorununu çözebileceğini’ ve onu bu yolda ‘teşvik etmeyi’ savunmak başka şey, ona kayıtsız şartsız destek vermek başka şey. ‘Ramazan ateşkesi’ çağrısında bulunan herkesin, Diyarbakır’ın hakkına hukukuna sahip çıkması ve iktidara ve mülki idareye “Kürtlere şiddete son” çağrısında bulunması elzemdir.
Aldatıcı bir gelişme mi?
Diyarbakır’da ‘zalim’ bir görüntü verdiler ya, bunun arkasından aldatıcı bir olumlu gelişme gerçekleşmesi beklenebilir. Örneğin, Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılışını ilan edebilirler. Zaten ön hazırlığı yapıldı. Diyanet İşleri Başkanı, Patrik Bartholomeos’a ziyarete gitti. Bartholomeos da ‘beklemede olduklarını’ söyledi.
Bu bekleyiş, AK Parti iktidarının başından bu yana 10 yıldır sürüyor. Daha ortada AK Parti yokken, 1999 yılında, Heybeliada Ruhban Okulu konusunun önemini ve dış dünyada ‘Müslüman hoşgörüsü’ bakımından anlamını Tayyip Erdoğan ile Abdullah Gül’ün dikkatine getirmiştik. Üç yıl sonra AK Parti iktidara geldi. 2004’te Türkiye, AB’den müzakere tarihi aldıktan bir hafta sonra, Dışişleri Bakanı sıfatı taşıyan Abdullah Gül’e bir kez daha hatırlattık. Aradan sekiz yıl daha geçti; Patrik Bartholomeos hâlâ beklemede.
Şimdi ramazan geliyor; Patrik’i ve diğer gayrimüslim ruhani şahsiyetleri bol bol iftar davetlerinde ‘dinler arası diyalog’ görüntüleri propagandası amacıyla görebiliriz. Ama Heybeliada Ruhban Okulu, bunca yıldır açılamadı. Sayısı topu topu 20 bin kalmış Süryani vatandaşımızın kutsal yerlerinin arazilerine Hazine el koyuyor. Diyarbakır’da gösteri yapma hakkı, şehir Hama’ya, Homs’a çevrilme pahasına engelleniyor.
Ramazana birkaç gün kaldı. Türkiye’de zaman zaman 1930’ları, 1940’ları andıran bir ‘Kemalist devlet profili’ görüyoruz.
Belki ramazan ayı, iktidar sahiplerine Müslümanlıklarını hatırlatır...