Başlık yarım bırakılmış bir cümle. Bir kaç türlü tamamlayabilirim. Dileyen daha da çoğuyla tamamlayabilir.


En hafifinden bir örnek: ...ne herzeler yenir!

Biraz daha ağırı: ...ne haltlar karıştırılır!

Biraz daha: ...ne dolaplar çevrilir!

Ağırı: ...ne ihanetler gizlidir bir bilseniz!

Yazının devamında ihtiyaç duyarsanız yukarıdakilerden birini seççin. Kesmezse kendiniz üretin...
 
Şimdi buyrun yazıya.

*    *    *

Van’da bir şeyler oldu. Depremi izleyen iki gün boyunca kentin Belediye Başkanına ne TV’de rastladık, ne bir demecini duyduk. Sadece Belediye Başkan Yardımcısı vardı.  

Peki Van Belediye Başkanı muamması nedir? 

Depremin ilk iki günü, kente giden Başbakanın, bakanların arasında ona niye hiç rastlayamadık?

Niye BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, Başbakan’la 40 dakika görüştükten  ve o görüşmenin ardından Başbakan Van Valisine telefon ettikten (bana kalırsa kulağını çektikten) sonra  Belediye Başkanı nihayet TV kameralarının karşısına geçebildi? O ana kadar belediye başkanı niye yok sayıldı?

Valiyle, kentteki Hükümet yetkilileriyle Belediye Başkanı arasında ne geçti?

Tamam ben  ve sizin çoğunuz da Van’da değiliz, bilemeyebiliriz. Ama Van’daki bir meslektaşımla konuştum, soru onun için de cevapsız.

Acaba kapalı kapılar ardında ne oldu?

Tayyip Erdoğan partisinin genişletişmiş il başkanları toplantısında konuştu.  ATV’deki densiz programcı Müge Anlı’nın günahını almışız. Başbakan deprem üstüne bilgi verirken ondan da ağır konuştu: “Polislerimize taş atanlar, askerimize kurşun sıkanlar...” 

Cümleyi “Şimdi de depreme yol açtılar” diye tamamlayacak sandım. 

Acaba Belediye Başkanının yok sayılmasıyla Başbakanın bu apaçık “ötekileyici” tutumu arasında bir bağ kurulabilir mi? Kurulmalı mı?

Ne bileyim?

Şu kapalı kapılar ardında...
(Siz tamamlayın)

*    *    *

Deprem acısı pek çok olayın üstünü örttü. Önemli haberler arada kaynadı gitti. Belki sizin de gözünüzden kaçmıştır. “PKK’nın iki, Kandil’in bir numarası” olarak bilinen Murat Karayılan, dün Fırat Haber Ajansına çok önemli bir açıklama yaptı.

Karayılan, PKK ile Devlet arasında yapıldığı artık bütün kamuoyunca da bilinen görüşmelerle ilgili olarak “Görüşmelerde sadece MİT yoktu, devlet ve hükümet yetkilileri de vardı. Bazı toplantılar 3 gün sürdü. Protokolleri de 10 Mayıs’ta devlet bize getirdi.” dedi.

Eeee, o görüşmelerin tutanağı internete düştüğünde Başbakan “PKK ile devlet görüştü. Devlet başka hükümet başka” dediydi. 

Bu durumda ya Karayılan ya Başbakan yalan söylemiş olmuyor mu?

Devam edelim. Çünkü Karayılan devam ediyor: “
Öcalan’ın hükümete sunduğu üç protokol devlet yetkilileri tarafından 10 Mayıs 2011’de bize iletildi. Bir toplantı yaparak bu protokoller üzerinde tartıştık ve devlet yetkililerine protokolleri kabul ettiğimizi söyledik. Bu protokollerin her biri el yazısı ile 2’şer sayfaydı...”

Artık biliyoruz: Öcalan’ın hazırladığı, PKK’nın tepe yönetiminin kabul ettiği  üç protokol, devlet (yani MİT) görevlileri tarafından Başbakana iletildi. Başbakan reddetti. Sonra adeta durup dururken “Ben olsam Apo’yu asardım” da dedi. Ardından şiddet ve terör tırmanışa geçti. 

Tamam Israil – Filistin görüşmelerinden esinlenerek “Oslo görüşmeleri” adı verilen müzakereler gizliydi.

Ama sadece idi. İnternet üzerinden bizlere de ulaştı ve gizlilik filan kalmadı.

Şimdi kapalı kapılar ardında konuşulanları artık biz de bilsek; o protokollerde ne önerildiğini biz de öğrensek iyi olmaz mı?

Başbakan reddetmiş ama belki de hiç reddedilecek öneriler değildi?

Ne bilelim...

Şu kapalı kapılar ardında... 

(Gerisini siz tamamlayın).