Son zamanlarda ‘İslami sol” ve “Sol ilahiyat” gibi söylemler üzerinde gerçekleşen tartışmalar sol ve kapitalizm ilişkisini ve aynı zamanda İslamiyet’in sosyolojiye izdüşümünü tekrardan gündemimize getirdi. “İslami Sol” eksenli tartışma; Türkiye’deki üretim ve yaşam biçimi özelinden sol ve İslamiyet ilişkisi(zliği)ni vurgulamakta. Bu tartışma birkaç farklı düşünceyi de beraberinde getirdi.

 

Sol ile İslam’ın yakınlaş(tırıl)ması elbette birçok tartışmaya kapı aralayıp şiddetini de arttıracaktır. Bu tartışmalardan genel olarak iki anlayışa değinmek yerinde olacak.

 

Öncelikle politik bir kavram olan Sol’un İslam’la anılmasına tepki gösterenler ‘İslam’ın sağı solu olmaz’ deyişiyle ön plana çıkıp İslami Marksizm kurgusu üretenleri indirgemecilikle suçlayarak Marksist bir solun İslam’ı masseden anlayışlarına karşı çıkmaktalar. İslamiyet’in tamamen özel mülkiyete karşı olmadığını ve özel mülkiyeti lanetlemediğini, aksine, özel mülkiyeti ve miras hakkını güvence altına alan, ticareti teşvik eden, fiyatlara narh koymayıp “serbest pazar”ın önünü açan İslamiyet’in, ahlaki normlara sahip bir kapitalizmle daha çok uyumlu olduğunu ifade etmektedirler. Bu görüşe göre sağ ve sol gibi politik kavramlar ancak İslam sosyolojisinde geçerli olabilecek düşünce faaliyetleri ve tutumlarıdır sadece.

 

Bir diğer anlayış ise, İslam’ın “sol” yönüne dikkati çekip toplumsal hayatta paylaşmanın ve emeğin değerli olduğunu vurgulayan anlayış. Kapitalizm sürecinde güç dengelerinin güçlüler arasında değiştiği ve işçinin, emekçinin ezilmişliğine dikkat çekerek “insanın yaşam tarzına ve üretim biçimine’ eleştiriler getirmekte. Emek ve sömürü ilişkisini irdeleyerek, dinin iktidar ve kapitalistlerce yönlendirilip ezilenin üzerine kurduğu baskı ve şiddete vurgu yapmaktadır. İslamiyet’in paylaşım ve eşitliği ön gören yaklaşımı iktidarlar tarafından farklı şekilde yansıtılmasına ve İslamiyet’in “Muaviyeleştirilmesine” karşı durmakta.

 

Mekke’de Ebu Leheb iktidarı, Mısır’da Firavun iktidarı, Nemrut Faşizmi ve diğerleri… Bunların ortak yönü; toplumsal sınıflar ve çelişkiler üreterek; kitleleri fakirleştirmek sureti ile zenginleşmeleri ve mülkü tekellerine almalarıdır.

 

“Bu böyle düzenlenmiştir ki, o mal ve nimetler sizden yalnız zengin olanlar arasında dönüp duran bir kudret aracı olmasın” (Haşr, 7).

 

“Biz ise istiyoruz ki, yeryüzünde ezilip horlananlara nimet ve bağış sunalım, onları önderler yapalım, onları mirasçılar haline getirelim” (Kasas, 5).

 

“Ailenize ve bakmakla yükümlü olduklarınıza yeterli olanından artanını verin” (Bakara, 219).

 

“Elinizdekileri yanınızdakilerle paylaşıp hepiniz onda eşit hale gelin” (Nahl, 71).

 

Ey iman sahipleri! Şu bir gerçek ki, hahamlardan ve rahiplerden birçoğu halkın mallarını uydurma yollarla tıka basa yerler ve Allah’ın yolundan geri çevirirler. Altını ve gümüşü depolayıp da onları Allah yolunda harcamayanlara korkunç bir azap muştula (Tevbe, 34).

 

"Bir yoksul aç ise, bunun nedeni, Zenginin zevk ve sefa içinde yaşamasıdır.
Nerede bir bolluk görsem, Onun yanı başında mutlaka çiğnenmiş bir hak görmüşümdür (Hz. Ali).

 

…gibi ayet ve sözler paylaşmanın önemine değinip biriktirmeyi hoş karşılamamaktadır. Bu anlayışa göre ‘Emeksiz kazanç haksızlıktır, sömürüdür’ ifadesi ile ‘faiz haramdır’ ifadesi paralellik taşımaktadır.

 

Derinleşen kapitalizm; emek, hak ve insan onuru gibi kavramların içini boşaltarak toplumsal hayatta ezenlerin ve güçlülerin rüzgarını estirmekte. Dolayısıyla bu da İslami bir yaşam tarzına uymamakta.

 

Öte yandan bu anlayış günümüzde toplumsal mikro sorunlar üzerinde de fikir üretmekte. Kimlik sorununa ve çevre sorununa değinerek Müslüman’ların bu gibi sorunlara kayıtsız kal(a)mayacağını ifade etmekte.

 

Ali Şeriati’nin “Sol İslam’ı”, Nurettin Topçu’nun “Müslüman Anadolu Sosyalizmi”, Hasan Hanefi’nin “İslam’i Sol” ve Mustafa Sıbai’nin “İslam Sosyalizm’i” bu düşünce akımında en güzel örneklerini teşkil etmekte.

 

İslamiyet ve sol ilişkisini açıklayan ve açıklamaya çalışanlar her dönemde ortaya çıkıp seslerini bir şekilde duyurmuşlar. Baskı ve zülüm de görmüşler. Çünkü İslam’ı, gerçek anlamda anlayan ve açıklayan insanlar, başkalarının çıkarlarına ters düşecek açıklamalarda bulunabilmekte. Ve bu gibi seslerin her dönemde olması sevindirici bir durum. Çünkü bu hem İslamın gerçek anlamda anlaşılmasına hem de üretim biçimini ve yaşam tarzını sorgulamaya vesile olmakta. Aynı zamanda bu tartışmaların varlığı insanın düşün dünyası ve Türkiye’nin düşünce iklimi açısından da olumlu bir durumu teşkil etmekte.