İçişleri Bakanlığı’na ve muhatabı her kimse ona çok acil bir not: 

Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk’un İmralı’da Abdullah Öcalan’la görüşme talepleri, umut kapılarının bir bir kapandığı ve savaşın tek seçenek olarak dayatıldığı şu günlerde barış adına büyük önem taşıyor. Bu görüşmeye izin verilmesi Türkiye’nin barıştan yana insanlarının ortak talebi olduğu gibi AKP hükümetinin çözüm iradesinin sınanması da olacaktır. Gereğinin yapılacağını, en küçük barış umudunun bile değerlendirileceğini ummak istiyoruz. Nasıl bir sorumluluk altında olduğunuzun farkında mısınız?

***

Silah kulakları, yürekleri, vicdanları sağırlaştırır; şiddet  insanı insan kılan değerleri yok eder. Her türlü iktidar, başa çıkamadığı hasmını ya da düşmanını dize getirmenin en kestirme yolunu şiddet ve savaşta görür. Bu yol aslında insanın en ilkel içgüdülerinden kaynaklanan en ilkel yoldur ve ne yazik ki insanlık dev bilimsel-teknolojik gelişmeye rağmen etik değerler, vicdan  ve toplumsal ahlak normları açısından hâlâ tekâmülün alt basamaklarında saymaktadır.

Bombardımanların, mayın patlamalarının, ağır makineliler, toplar, uçaksavarlar ve uçakların gürültülerinin sağırlaştırdığı kulaklara, yüreklere, vicdanlara barış çığlıklarımızı duyuramamanın çaresizliğini yaşıyoruz. Sağırlaşan sadece yürekler ve kulaklar değil, ister Türk devleti, AKP hükümeti, Başbakan olsun ister PKK’siyle TAK’ıyla TUK’uyla Kürt silahlı hareketi olsun çözümü silahta ve savaşta sananların akılları da dumura uğramış durumda. Doğaldır; şiddet, silah, savaş, süreç içinde aklı da kemirir. Ufukları namlunun ucuyla sınırlı olanlar barışçı ve doğru siyaset geliştiremezler. Şu cinnet günlerinde, savaşan taraflar sadece kendilerini daha fazla savaşa, daha fazla şiddete kışkırtanların seslerini duyuyorlar. Kürdüyle, Türküyle, şehit ve gerilla anneleriyle, köylüsüyle şehirlisiyle dört bir yandan yükselen “Bitirin bu savaşı! Yere batası operasyonlarınızı, saldırılarınızı, misillemelerinizi, insan kaçırmalarınızı durdurun; çocuklarımızı öldürüyorsunuz, sadece vahşete ve ölüme hizmet ediyorsunuz!” çığlıklarına kulakları ve yürekleri tıkalı.

Savaş sizleri çürütüp çökertecek 

Bir yanda Kürt silahlı hareketi, öte yanda çözümün barışçı yollarını reddedip savaş kararı alan AKP, sorunun çözümünün savaşta olduğuna gerçekten inanıyorlar mı, yoksa savaşın vahşeti ve halklarının acıları hiç umurlarında değil de şeflerinin iktidar mücadelesine mi hizmet ediyorlar? Soru kimilerine abes gelse de, Türk devleti 30 yıldır savaşarak, dağı taşı bombalayarak çözemediği sorunu, askerin yerine beteri olabilecek özel kuvvetleri/ polisi geçirerek, şu değil bu bombayı kullanarak,  şu değil bu taktiği uygulayarak çözebileceğini sanıyorsa, yanılıyor falan da demeyeceğim, en küçük bir akıldan ve izandan nasibini almamış demektir. Son saldırılar başladığından bu yana bölgedeki Kürt çocukların PKK’ye akın akın katıldıkları istihbaratının âlâsı vardır kendilerinde. İğrenç Tamil örneği ise, son derece karmaşık olan, bu yüzden de Kürt sorunu değil Türkiye sorunu diye adlandırmanın doğru olduğunu düşündüğüm bu sorunda en küçük bir geçerliğe sahip değildir. 

PKK ve savaştan yana Kürtler için de savaşı ve kanı sürdürmek mümkündür ama ne Türk devletini yenmek ne de şiddet yöntemleriyle çözüme zorlamak mümkündür. 30 yıl yaşadıkları dağlarda, belki de artık vazgeçemedikleri bir hayat biçimi uğruna gencecik insanların kanını dökmeye, devletin ektiği kötülük tohumlarını Kürt insanının haklı isyan duygularını savaşa ve nefrete dönüştürerek hasat etmeye bir süre daha devam edebilirler ama bu anlamsız ve kirli savaşı asla kazanamazlar. İki tarafın da bu apaçık gerçeği görmemesi, bilmemesi şaşırtıyor beni.

Göremedikleri bir başka gerçek ise, savaşın dağıtıcı ve çürütücü kötücül gücü. AKP barışçı çözümlere, diyaloğa, uzlaşmaya sırt çevirerek girdiği bu savaştan, umduğunun aksine güçlenerek değil yara almış olarak çıkacak. Kürt sorunu AKP’nin Vietnamıdır ve onu uçuruma götürür. Susurluk, Ergenekon, derin devlet pislikleri, devlet içine yuvalanmış çeteler, JİTEM ve benzeri yapılar Çiller döneminin bugün AKP’nin uygulamaya soyunduğu pervasız savaş siyasetinin ürünleridir. Terörün belini kırıyoruz diyerek başvurulacak örgütlenmeler ve yöntemler benzer sonuçlar doğuracaktır, çünkü savaş çirkef çukurunu besler.

PKK için de durum farklı değildir. Benzer bütün yapılarda, silahlı örgütlerde görülen, PKK içinde de varlığı sır olmayan kirlenme ve çürüme hızlanacak; bütün baskılara karşın çeşitlenen ve farklılaşan Kürt hareketi kendi içinde eskisi kadar yumuşak olmayan çatışma ve sarsıntılar yaşayacaktır.

Bunları öngörmek için ne müneccim ne de strateji uzmanı (ne demekse) olmaya gerek var. Sadece tarihten ders çıkarmak ve çözüme barış odaklı bakmak yeterli. 

BDP’ye Sahip Çıkmak 

Bunca savaş patırtısı, kanın ve ölümün her iki savaşkan güç tarafından kendi “ama”larıyla kutsanması arasında sorunun çözümünün (çözüm hâlâ mümkünse eğer) en önemli sivil aktörü BDP olarak görünüyor. 

Evet; BDP, PKK ile en azından manevi bağlarını koparmamıştır. Bölgede her haneden en az bir insanın, kız-erkek bir Kürt gencinin ya dağda ya mezarda ya zindanda olduğu, onlarca yıllık devlet zulmünün ve mağduriyetin derin acılarının insanların kuşaklar boyunca hücrelerine kazındığı; seslerini ve isyanlarını ancak silahlı hareketle, Öcalan’la, PKK ile biz sağır sultanlara duyurabildikleri bir ortamda PKK’yi terörist ilan et, lanetle gibi talepler hem gerçekçi değildir hem de vicdani değildir.

Evet; BDP çoğu zaman bağımsız ve net kararlar alamamakta, yalpalamaktadır. Ama bu sadece PKK ile, İmralı ile, Avrupa diyaspora merkezleriyle organik bağları yüzünden değil, parti içinde bunların her birinin zihniyetini ve siyasal geleneğini temsil edenlerin bulunmasındandır ki bu da doğaldır. 

Evet; BDP barışçı çözüm isteğini vurguyla dile getirirken çözüm önerilerini bir türlü netleştirememekte, daha da önemlisi bu önerileri dile getirirken haklılık taşıyan, tartışılabilir ve uzlaşılabilir olan, Kürt kamuoyu kadar Türk kamuoyunu da ikna edebilecek bir dil yerine köşeli, dayatmacı, çoğu zaman tehditkâr bir dil kullanmaktadır. 

Evet; kimi BDP’liler mangalda kül bırakmayan saldırgan, savaşçı, siyaseten hafif kaçan üslupla konuşmayı; haklı isyanlarını haksız öfke olarak yansıtmayı, tehditkâr ifadeleri sıkı devrimcilik sanmayı alışkanlık haline getirmişlerdir.

Evet; BDP şiddet eylemlerini, silahlı saldırıları, operasyonları, vb. kınarken “ama”ları PKK lehine çoğaltmakta, Türk kamuoyunun duygu ve algılarını küçümsemekte, kendi tarafına “edi bese”, dur artık demekte cesaretsiz ve çekingen davranmaktadır, vb...

Yine de savaşın durması ve barışçı çözüm umudunun yeniden doğması için tek merci, barış çığlıklarımızı duyabilecek tek odak BDP’dir. Çünkü BDP sivil siyaset sahnesindedir. Seçimlere girerek, ister blok adayları ister BDP’li adaylar olsun seçimlere girdiği yerlerden önemli oy ve destek alarak, önceki yasama döneminde Meclis’te küçümsenmeyecek varlık göstererek, kendilerine yönelen baskılara, haksızlıklara, vicdanları yaralayan ayrımcılığa, Tayyip Erdoğan’dan ve AKP silahşörlerinden gelen hepimizi acıtan ve isyan ettiren dayatmacı,  saldırgan, dışlayıcı, ötekileştirici söylemlere direnerek meşruiyetini ve siyaset yapma azmini ispatlamıştır.

Tekrarlamak istiyorum: Barış çığlıklarını duyabilecek, bunlara kulak tıkayamayacak tek Kürt siyasal mercii bugün için BDP’dir. Öcalan’ın Kürt halkı ve BDP üzerindeki manevi etkisi, Kandil’in savaş şahinleri üzerindeki etkisinden daha fazladır. Son haftalarda İmralı’dan gelen barışçı çözüm önerilerinin ardından Kürt savaş lobisinin saldırıya geçmesi, eş zamanlı olarak AKP iktidarının İmralı ile iletişimi durdurması ve operasyonları sınır ötesine taşıması savaşçıların birleştikleri nokta olmuştur. Gözden kaçmaya... 

Bu yüzden gördüğüm göremediğim bütün eksilere rağmen geçirmekte olduğumuz şu güç ve daha kötülerine gebe günlerde barıştan ve sivil çözümden yana olan herkes BDP’nin yanında olmalı diye düşünüyorum. BDP’nin en kısa zamanda yemin ederek Meclis’e girmesi, anayasa çalışmalarına katılması, partiyi çözümsüzlüğe, sekterliğe, devrimbazlığa çekmeye çalışan kesimlere aldırmadan Meclis’te sorun çıkaran grup olarak değil çözümün parçası olduğunu dosta düşmana gösteren parti olarak yer alması için BDP’ye destek vermeliyiz. Hem Kürt hareketi hem Türkiye barışçıları ve demokratları için başka yol yok. Gerisi büyük hamasi söylemler ardına gizlenmiş çözümsüzlük ve savaş yandaşlığından başka bir şey değil.

Son söz: AKP seçim öncesinde meydanlarda başlayan, yemin krizi sırasında devam eden, bugün de sürdürdüğü dışlayıcı, itici, isyan ettirici “burun sürtme” söylemleriyle Kürt siyasal hareketine, BDP’ye, barışçı çözüm yandaşlarına tuzak kurmuştur. Bunu göremeyen ve bu tuzağa düşen bir siyasal yapı rüştünü ispat edememiş demektir. Cesaret, şeref, onur bu tuzağa düşmemeyi becermektir. Ben BDP’ye inanıyorum, “hâlâ umut var kardeşim” diyorum. Umarım “barış eşekliğimin” kurbanı olup bir kez daha yanılmam.