Türkiye ile Yunanistan ve Kıbrıs arasında tırmanan Doğu Akdeniz’deki doğal gaz gerginliği Avrupa basınında geniş yer buluyor.

Frankfuerter Allgemeine Zeitung gazetesinde her iki tarafa da silah satan Almanya’nın çıkabilecek bir çatışmadaki durumu ele alınıyor.

Fransa İçişleri Bakanı Gerard Darmanin son haftalarda güvenlik sorunlarına dair sert ve tartışma yaratan söylemleriyle gündeme geldi.

Ülkede koronavirüsün ikinci dalgası başlarken İçişleri Bakanı toplumun bir kısmında yaşanan sözde bir “Vahşileşmeye” karşı daha ilerden güvenlik önlemlerini gündeme getiriyor. Bakan bu sefer de polis ve jandarma teşkilatları için yeni “asayişi sağlama şeması”nı gündeme getirdi ve gösteri esnasında polislerin izleyecekleri yöntemleri açıkladı. Fakat bu yeni şema göstericilerin gösteri hakkını kısıtladığı gibi, gazetecilerin de gösteri esnasında mesleklerini yapmalarını büyük oranda engelliyor. Buna karşı 40 civarında meslek örgütü ortak bir bildiri yayımladı.

ABD’de seçimler yaklaştıkça ideolojik savaşını yükselten Donald Trump, kaybetmesi halinde seçim sonuçlarını reddedebilmek amacıyla faşizmi yükseltmekte ısrarlı. Ticari savaşların yanı sıra liberallere ve sola saldırmaya devam ederek hem ABD’de hem de dünya çapında ırkçılık ve nefreti artırıyor.

EGE’DE TÜRK-YUNAN ÇATIŞMASI: HER İKİ TARAFTA DA ALMAN SİLAHLARI

Peter Carstens/FAZ

Ege Denizi’ndeki doğal gaz yatakları nedeniyle Akdeniz’de Türkiye ile Yunanistan arasındaki gerilim bir süredir artıyor. Türk Deniz Kuvvetleri manevralarını genişletirken, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, savaş gemileri ve tehditler eşliğinde haftalarca Yunan adaları arasında “Oruç Reis” araştırma gemisini gezdirdi.

Yunanistan da Avrupa Birliği tarafından desteklenen ve bazılarının Türkiye’ye yaptırım çağrısında bulunduğu tavrını sertleştirdi. Kıbrıs konusundaki eski çatışmalar da Türkiye kıyılarındaki Yunan adaları kadar anlaşmazlıkta rol oynuyor.

Atina ile Ankara arasındaki çatışmalar eskiye dayalı. Bu nedenle, her iki taraf da onlarca yıldır sürekli olarak kendi filolarını Ege’nin diğer tarafındaki komşunun kapasitesine göre ayarladı. Bu nedenle Yunan filosu, on milyonluk bir nüfus ve Hessen eyaletine benzer bir ekonomik güç düşünüldüğünde beklenenden çok daha büyük. Yunan donanmasının 6 bini yedek olmak üzere 21 bin askeri bulunuyor. Karşılaştırma için: Alman donanmasında yaklaşık 16 bin erkek ve kadın görev yapıyor. Savaş gemilerinin sayısı, 13 firkateyn ve altı korvet. Ancak filo, hükümetin kemer sıkma baskılarından mustarip.

Türkiye, mevcut ekonomik gelişmeden bağımsız olarak uzun süredir deniz kuvvetlerini genişletiyor. Karadeniz’e de yelken açan donanmalarında yaklaşık 45 bin asker görev yapıyor. Daha büyük gemiler 19 firkateyn ve altı korvet. Diğer bir karşılaştırmada, Türkiye’nin 50, Yunanistan’ın ise 40 kıyı ve devriye botu var. Yunan filosu, amfibi operasyonlar için 19 çıkarma gemisine sahip. Türk donanması ise 34.  Bunlar arasında, her biri 250’ye kadar asker ve 17’ye kadar muharebe tankı ile kıyıya kayda değer bir kuvvet getirebilen beş büyük çıkarma gemisi de yer alıyor.

Türkiye’den farklı olarak Yunanistan’ın kendine ait bir deniz havacılığı yok. Her iki ülkenin de ne helikopteri ne de uçak gemisi var. Ancak Türkiye, eski bir plana göre ultra modern F-35 jetlerinin de inmesi gereken “Anadolu” adlı bir uçak gemisi üzerinde hızla çalışıyor. ABD ile bir anlaşmazlık yüzünden F-35’ler alınamıyor. Bunun yerine, gemiye saldırı helikopterleri yerleştirilmesi planlanıyor.

Bununla birlikte, tek bir uçak gemisi olmasa bile, Türk Hava Kuvvetleri, Yunanlılardan (360’a karşı 270 savaş uçağı) önemli ölçüde daha büyük. Tüm bunlar, denizcilik açısından Türkiye’nin sayısal üstünlüğü ile sonuçlanıyor ancak tek büyük istisna dışında:

Yunanlar su altında daha güçlü. Her iki taraf da Alman deniz teknolojisine güveniyor. Bu nedenle, deniz altında bir savaş durumunda, Alman denizaltılarının Alman denizaltılarına karşı kullanılması mümkün olabilir. Denizcilik ihtilafında üstünlük için belirleyici faktör, gemilerin veya bunların üzerindeki topların boyutu değil, deniz platformlarının genel kapasitesidir. Denizaltılar söz konusu olduğunda, Yunanistan nispeten ileride. Her iki tarafta da birkaç eski denizaltı var. Her biri sekiz torpido kovanına sahip son derece sessiz tip 214 dizel-elektrikli denizaltılar ise en yeni silah…

Aradaki fark, Yunanistan’da 2016’dan beri bu denizaltılardan toplam beşinin aktif hizmette olması, Türkiye ise daha büyük bir siparişin ilk denizaltılarını geçen kış aldı. Denizaltı iş birliği şu anda Almanya’nın Türkiye’ye yaptığı silah ihracatının en büyük bölümünü oluşturuyor. Bu, sık sık Türkiye’nin Suriye’ye yasa dışı uluslararası müdahalesi nedeniyle eleştirildi, Alman hükümeti bunu “Sadece denizcilik sektörü için” sağlandığını söyleyerek reddetti. Şimdi ise bu alanda NATO ortakları arasında silahlı bir çatışma tehdidi var…

Çeviren: Semra Çelik

"YENİ ASAYİŞİ SAĞLAMA ŞEMASI" BİLGİLENDİRME HAKKINI İHLAL EDİYOR

17 Ekim’de polis ve jandarmalara yönelik yayımlanan yeni “Düzen asayişini sağlama ulusal şeması”nda İçişleri Bakanı “Düzen asayişini sağlama operasyonlarında, karşılıklı daha ilerden bir bilgiye dayanarak, gazetecilerin oradaki varlığını daha ilerden dikkate alma” zorunluluğunu kabul ediyor. Bu konuda bir ilerleme mi var? Maalesef beyan edilen niyetten öte, zaten gösteriler esnasında çalışma koşulları kötüleşen gazeteciler açısından, bu metin bilgilendirme hakkını ihlal ediyor. Metin “Basın kartı olan ve yetkili kurumlar tarafından akredite” edilmiş gazeteciler ve güvenlik güçleri arasında bir haberleşme ağı oluşturmadan bahsediyor. Oysaki iş hukukunda belirtilen gazetecilik mesleğini yapabilmek için bir basın kartı gerekmiyor. Bu ne bir gösteriyi izlemek ne de gösteri esnasında koruma aletleri (kask, biber gazına karsı maske vs…) taşıyabilmek için istenen “Kimliğini tanıtma işlemi” için geçerlidir.

(İçişlerinin) Bu belgesinde “polisin dağılın uyarısından sonra bir kalabalığın içinde olma suçu, gazeteci ve örgüt üyeleri de dahil olmak üzere, hiçbir istisna taşımadığını hatırlatmak” gerektiğini belirtiyor. Bu “hatırlatma” aslında İçişleri Bakanlığının polis güçlerine gazetecilerin bir gösteri hakkında, buna gösterinin bitişi ve yaşanan çatışmalar da dahil olmak üzere, tamamen bilgilendirme hakkını engellemeye yönelik yeşil ışıktan başka bir şey değildir. Bu kesinlikle kabul edilemez, ki zaten son sosyal hareketler esnasında polislerin gazetecilere yönelik keyfi davranışlarından sonra geliyor, kaldı ki bu tutumlar, başkalarının yanı sıra Avrupa Konseyi tarafından bile teşhir edildi.

İçişleri Bakanı Gerard Darmanin’i bu “Asayişi sağlamanın yeni çerçevesi”ni düzeltme ve Fransız ve Avrupa bilgilendirme özgürlüğü ilkelerine uyumlu hale getirmeye davet ediyoruz.

İmzalayanlar: Aşağıdaki basın kurumlarının gazeteci, redaktör ve/veya personel toplumları:

AFP, Arrêt sur images, Arte, BFMTV, Challenges, CNews, Courrier international, les Echos, Europe 1, l’Express, le Figaro, France Culture, France Info, Franceinfo.fr, Franceinfo TV, France Inter, France 2, France 3 National, l’Humanité, le JDD, LCP, Libération, M6, Marianne, le Média, Mediapart, Midi libre, le Monde, l’Obs, le Parisien-Aujourd’hui en France, Paris Match, le Point, Premières Lignes, Public Sénat, RFI, RTL, Sud Ouest, Télérama, la Tribune, TV5Monde, la Vie, 20 Minutes.

Çeviren: Deniz Uztopal

TRUMP İDEOLOJİK SAVAŞI YÜKSELTİYOR

Alex Callinicos /Socialist Worker

Donald Trump’ı küçümsemek, özellikle de şiddetli bir Beyaz Saray’da kalma çabası içinde olduğu bu dönemde büyük bir hata. Onu küçümsememek hem bir politik operatör hem de ideolog olarak ciddiye almak anlamına geliyor.

Trump’ın ideolojik duruşunun üç ana boyutu mevcut. İlki 2016’da kazanmasını sağlayan ekonomik ulusalcılık. Bunun ifadesini Çin ve daha yavaş bir tempoda, Avrupa Birliği ile ticari savaşlarında görebiliyoruz.

İkinci boyut ise 1992 Cumhuriyetçi Parti Kongresinde başarısız olan Sağ-Kanat Başkan Adayı Pat Buchanan’ın ifade ettiği “kültür savaşı”. Burada amaç 1960 ve ’70’lerde yığınların mücadelesiyle kazanılan hakların geri çevrilmesi.

Bu reformlar ABD’de kapitalizmin yıkılmasından çok 1861-65 sivil savaşı sonunda herkese söz verilen vatandaşlık haklarının genişletilmesi anlamına geliyordu. Bunun bariz örneklerinden biri siyah halkın güneydeki sivil haklar mücadelesiydi.

1973’te Anayasa Yüksek Mahkemesinin -Roe’ya karşı Ward davasında- kürtajı yasal kılan kararı da büyük bir kazanım olmuştu. Buchanan o dönemde Demokrat Başkan Adayı Bill Clinton için iddia edilen “anında kürtaj, eşcinsel hakları, dini okullara karşı ön yargı, askeri birimlerde kadınlar” konularında desteğini hedef almıştı. Bunlar, Trump’ın özellikle Muhafazakar federal yargıçlar atayarak beslediği sağcı-Hristiyanları harekete geçiren konular. Liberal Feminist Yargıç Ruth Bader Ginsburg’un geçen hafta ölümü, Trump için Anayasa Yüksek Mahkemesinde altıya karşı üç bir sağcı üstünlük sağlamasının fırsatını yaratıyor ve bu Roe-Ward kararının geri çevrilmesi anlamına gelebilir.

Fakat Trump’ın ideolojisinin üçüncü boyutunu göz ardı etmemeliyiz; antikapitalist ve ırkçılık karşıtı sola karşı savaşı. Bunun en bariz ifadesini geçen hafta ABD tarihi üzerine yaptığı bir konferans konuşmasında dile getirdi.

 “Solcu çeteler kurucularımızın heykellerini yıktılar, anıtlarımızı kirlettiler, bir şiddet ve anarşi dalgası yarattılar” ve “Aşırı solcu göstericiler ‘Zaten hiç büyük Amerika olmadı’ sloganları atıyorlardı” diyen Trump, bunu solcu fikirlerin ABD eğitim sistemine ideolojik nüfuzu iddiasıyla, Marksist Tarihçi Howard Zinn örneğini vererek, birleştirdi. “Üniversitelerde gençlerimiz kritik ırk teorisine boğuluyor. Bu Amerika’nın ahlaksız, ırkçı bir ülke olduğunu, baskı rejimine çocukların bile suç ortağı olduğunu ve toplumumuzun temelden değişmesi gerektiğini ifade eden Marksist bir doktrindir.”

Trump tabii haklı, Marksist ve ırkçılık karşıtı akademisyenler on yıllardır ABD toplumunun ırkçı köklerini belgeliyorlar. Maalesef bu akademisyenlerin etkisi çok sınırlı oldu. Trump’ın ‘kritik ırk teorisi’ni “batı medeniyetine karşı en büyük tehlike” olarak ifade ettiği tweeti hedeften çok uzak.

Fakat yazın yükselen Siyahların Hayatı Önemlidir (BLM) hareketi durumu değiştirdi. Bu, ABD’nin ‘Irkçılığı aşmış’ bir toplum olduğu iddiasını teşhir eden militan bir hareket olarak yükseldi.

Trump bu protestolara kanun ve nizam naralarıyla cevap verdi. Sola karşı bu ideolojik saldırı ‘Antifa’ aktivistlerini Twitter’da teşhir etmesinin yanı sıra polisi ve kendi taraftarlarını BLM aktivistlerine saldırıya teşvik etmesiyle el ele gidiyor. Bunun sonucu olarak en az üç kişi vurularak öldürüldü.

Trump bu taktikleriyle yaklaşan seçimlerde göreceli riski yükseltiyor; Biden’ı “solcu kültürel devrimin” destekçisi olarak göstermeye çalışıyor. Fakat amaç aynı zamanda- kendi militan sokak desteğine ideolojik taban sağlamak. Şimdiden ana akım çevrelerde dile getirilen kaygı, kasımda seçimleri kaybedecek gibi görünürse, kendisini Beyaz Saray’da tutmak için silahlı destekçilerini harekete geçirmesi olasılığı.

Trump’ın koltuğuna anayasal ya da yasa dışı yolla tutunup tutunamayacağını göreceğiz. Fakat kendi fırsatçı emellerine uygun olarak dağınık, parçalanmış ve odaksız olan aşırı sağı yeni bir gerçekten faşist harekete dönüştürüyor.

Mirasının en kötü yanı da bu olabilir.

Çeviren: Haldun Sonkaynar

Kaynak: Evrensel